ÖLÜM NİÇİN KORKUNÇ GELİR İNSANA?
Yaz mevsimiydi. 75 yaşlarında olmasına rağmen dinç görünen bir adam sahilde tempolu bir şekilde yürüyordu. Bir kenarda oturmuş iki kişiden birisi diğerine, “işte o adam” diye yaşlı adamı gösterdi. İşaretle adamı gösteren kişinin anlattığına göre kendisi 75 yaşındaki dinç görünümlü adamla tanışıyordu. Çünkü bulundukları yer küçük bir yerleşim yeriydi. İnsanlar birbirlerini tanırlardı.
Yaşlı ve dinç görünümlü adamla defalarca oturup sohbet etmişlerdi. Daha çok da iman ve Allah konularında sohbet ediyorlardı.
Yaşlı adam bir deisti. Yani, bu evreni yaratanın, bu düzeni sağlayanın Allah olduğuna inanıyor ama başka bir şeye inanmıyordu. Ne öldükten sonra dirilmeye, ne peygamberlere, ne meleklere ne de kutsal kitaplara inanıyordu. Bu yüzden caminin yolunu bilmezdi. Alnı hiç secdeye gitmemişti. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını da bilmiyordu.
İnsanlarla konuşurdu bazen. Ama hocalarla, dini bilen insanlarla pek konuşmak istemezdi. Neden konuşmuyorsun diye sorduklarında da “kafamı çelerler onlar benim. Onun için onlar benden uzak olsun” derdi.
Sahilde onu hızlı tempo ile yürürken gören iki kişiden biri de inancı sağlam, dini bütün, dini konularda bilgili bir insandı. Diğeri, yaşlı adamı bununla buluşturmak istiyordu. Nihayet sahilde görmüşlerdi.
Yüksek sesle yaşlı adamın ismini zikrederek çağırdı. Yaşlı adam durdu. Onlara baktı. Kendisini çağırıyorlardı. Hemen “ben hocalarla konuşmam” dedi. Dini konularda bilgili insan, bir cami hocası değildi, ama bilgili idi. Hemen sesini duyurmak için yüksek sesle seslendi: Ben hoca değilim. Gel tanışalım.
Yaşlı adam yanlarına geldi. Merhabalaştılar, el sıkıştılar. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra mevzu yine iman ve Allah konusuna geldi.
“ben” diye başladı söze yaşlı adam, “Allah’tan başka bir şeye inanmam. Her şeyi yaratan Allah’tır. Bu düzen kendi kendine sağlanmaz. Ama bu kadar. Başka bir inancım yok benim. “
Vakit ikindi sonrasıydı. Akşama yaklaşıyordu. Yaşlı adam akşamları hüzünlü ve düşünceli bir duruma geliyordu her zaman. Ama bunu kendisini tanıyan kişiler pek bilmiyordu.
“Biraz üzgün görünüyorsun. Ve düşünceli gibisin” diye sordu, yaşlı adamı tanıyan kişi.
“Evet” dedi yaşlı adam. “Her zaman böyleyim ben. Özellikle akşam olunca böyle oluyorum.”
“neden böyle oluyorsun. Bir sorun mu var, seni üzen bir şey mi var.”
“evet. Akşam olmasını istemiyorum hiçbir zaman.”
“Niçin istemiyorsun.”
Yaşı adam biraz düşündü, yüzü daha da üzüntülü bir hale büründü ve şöyle dedi:
“Akşam olup da karanlık çökünce benim de içim kararıyor adeta. Ölüm aklıma geliyor hep. Ölüm düşüncesi bir türlü aklımdan çıkmıyor. Ben ölünce ne olacağım? Ölüm çok ürkütücü ve korkunç geliyor bana. Ama ölümü düşünmeye tahammül edemiyorum ben. Bu yüzden akşam karanlık basınca ben de alkol kullanmaya başlıyorum. İyice sarhoş oluyorum. Çok içiyorum. Sonra sızıp kalıyorum. Sabaha kadar öyle yatıyorum. Sabah olduğu zaman uyanıyorum uyanmasına ama, yine ölüm düşüncesi… Hiç aklımdan çıkmıyor. Ben de denize giriyorum, yürüyorum, koşuyorum, bisiklete biniyorum unutmak için. Ama yine de olmuyor.”
Yaşlı adam, Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki müşriklerin inancı gibi bir inanca sahipti. Müşrikler de Allah’a inanıyorlardı. Ama onun dışında hiçbir şeye inanmıyorlardı. Bir de üstelik putları Allah’a ortak koşuyorlardı.
Halbuki hepimizin öldükten sonra gideceği ahirete inansaydı, peygamberlere, Kur’an’a inansaydı, iman esaslarına imanı sağlam olsaydı ve inancının gereği gibi yaşasaydı, ölüm ona bu kadar korkunç gelmezdi.
Ölünce yok olma düşüncesi insanın beynini kemirir. Buna çare bulmak mümkün değildir. Fıtrat hiçbir zaman yalan söylemez. Aç insan nasıl yemek isterse, susuz insan nasıl su isterse, inanca ve ibadete susamış insan da öldükten sonra dirilmeye ve ebedi olarak yaşamaya inanmak ister. Bu isteği alkol ve uyuşturucu ile de yok etmek mümkün değildir.
Bu yüzden tam ve sağlam bir imana sahip olmak ve o imana göre yaşamak insana iki dünya mutluluğu verir. Yoksa, yoksa mutlu görünse de mutsuzdur insan. Huzurlu görünse de huzursuzdur.