Bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları tarihi dönemlere baktığımızda birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını görmekteyiz. Milattan Öncesi ve sonrasında görkemli medeniyetlerin izlerini Anadolu’yu gezdiğinizde görme imkânınız var. Bugün halen onlarca kültürden kalan yüzlerce şehrin izlerini görebilmek mümkündür. Anadolu’da ilk medeniyetin izleri M.Ö. 3500 yıllarında Çorum da Kral Hattuşil tarafından kurulan şehir Anadolu’nun ilk şehirlerindendir. Bunun yanı sıra Trak boylarından Lidyalılar başta olmak üzere Ege yöresinde ve Batı bölgelerinde kurulmuş Antik Kentlere rastlanır. Doğu ise Mezopotamya medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması ile birlikte de Selçuklular, beylikler, Araplar ve Osmanlılar şehirlere medeniyet sunmaya devam etmiştir.
Medeniyet köken itibariyle şehir kelimesinden gelmektedir. Şehir olmadan medeniyet kurmak bir yaşam kültürü oluşturmak pek mümkün değildir. Kısaca şunu diyebiliriz. Medeniyet kavramından bahsedebilmek için yerleşik bir hayatın ve şehrin olması gerekir. Şehirleri de şehir yapan şehirde yaşayan insanlardır. Şehre damga vuran insanlar unutulmaya yüz tuttuğunda medeniyetlerinde yok olmaya doğru gittiğini söyleyebiliriz.
Bugün geldiğimiz nokta da şehirleri imar eden, şehre damgasını vuran büyük insanlar ne yazık ki unutulmuş ve şehirlerimiz yetiştirdiği ürünler ile anılır olmuştur. Elbette her bölgenin her şehrin yetiştirdiği ürünlerde önemlidir. Ancak şehri geleceğe taşıyan orada yaşamış ve iz bırakmış insanlardır. Şimdi bu konuyu biraz daha somut, müşahhas örnekler ile açıklamaya çalışalım.
Bugün kaç insanımız tasavvuf ehlinin en önemli iki ismi olan Hayat-i Harranî ve İbni Teymiye'nin Şanlıurfalı olduğunu bilmektedir? Yine Divan Edebiyatımızın en önemli isimlerinden biri olan Şair Nabi'nin Şanlıurfalı olduğunu kaç kişi biliyor acaba? Şanlıurfa dediğimizde herkesin aklına ilk gelen isotu ve acısı oluyor.
Gaziantep dediğimizde kaç kişinin aklına Buhari'nin en büyük sarihlerinden biri olan Bedreddin el-Aynî gelmektedir. Aynî, Ayıntab, Antep, Gaziantep diye söylediğimiz ilimize ilmiyle ismini kazımış Umdetul Kari Ala Sahihi'l Buhari’den habersiziz. Lakin Gaziantep deyince hemen aklımıza baklavası veya meşhur fıstığı gelmekte.
Kurtuluş savaşının en önemli simalarından biri olan ve Fransızlara çok güzel bir ders veren Sütçü İmamın Maraşlı olduğunu belki çoğumuz hatırlamaz, Afşin’de Ashab-ı Kehf’in varlığından bî haberizdir. Fakat Kahramanmaraş deyince aklımıza ilk dondurması geliverir hemen.
Veysel Karani Hazretlerini bağrında barındıran Siirt denilince İbrahim Hakkı Hazretleri aklımıza gelmez ama Siirt’i konuştuğumuz da Antep gibi fıstığı ve meşhur balları akla gelir.
Mersin denilince aklımıza hiçbir zaman Tarsus’ta makamı olan Danyal Peygamber gelmez ama Mersin dediğimizde hemen aklımıza tantuni geliverir. Adıyaman'ı hiç kimse ne Hz. Üzeyir Peygamber ile veya sahabeden Saffan bin Muattal ile bilmez Adıyaman denilince akla tütün ve çiğ köfte gelir.
Kadim şehir Diyarbakır’dan bahsettiğimiz de Sahabeler ve Peygamberler şehri olduğundan ziyade akla hemen Diyarbakır karpuzu gelir.
Malatya denilince aklımıza ilk gelen Battal Gazi olmuyor ama kayısıyı belleğimize kazımışızdır.
Kastamonu dediğimizde Şeyh Şaban-ı Veli’yi hatırlayan çok az kimse olur. Ama Kastamonu denilince hemen ilk akla gelen sarımsak olur.
Manisa denilince akla burada bir medeniyet kurmuş dünya tarihinde iz bırakmış Lidyalılar ilk akla gelen olmaz. Ya da şehre büyük emeği geçmiş olan Ayşe Hafsa Sultan hatırlanmaz bunun yerine Manisa’dan bahsettiğimiz de üzüm ve mesir hemen ilk akla geliveren şeyler olur.
Yeşilırmak havzasının bereketli topraklarında kurulu ve birçok medeniyetten izler taşıyan Tokat ilimizden bahsedeceğimiz zaman Mehmet Emin Tokadî Hazretleri yerine meşhur yaprak sarması ve çemen akla gelir.
Bütün şehirlerimiz için bu tarz şeylerden bahsedebiliriz. Liste uzar gider. Velhasıl kısaca şunu söyleyebiliriz hangi şehrimize el atarsak atalım medeniyetlerin soğana, sarımsağa, bibere, çemene, dondurmaya veya bir başka ürüne teslim olduğunu görürüz.
Son söz şehir ruhu olan organik bir yapıdır. Medeniyet mirasının en temel göstergesidir. Şehirler içinde yaşayan insanların yön vermesi ile gelişir, büyür ve değişir. Kadim medeniyetlere ev sahipliği yapan Anadolu topraklarını, o topraklarda yetişen ürünle değil de o şehirlere dokunuş yapan kişiler ile tanır ve bilirsek işte o zaman şehirlerde yaşar, medeniyetlerde ölmez.
Yazımı İbn Haldun’un şehir ve medeniyet algısına yönelik bir tanımlaması ile tamamlamak istiyorum.
Medeniyetin doğup geliştiği, bütün insanlığa fayda sağlamak amacıyla genişleyip yayıldığı yer olan şehirleri canlı yaşanır kılmak için şehirdeki medeniyete sahip çıkıp o medeniyetleri koruyarak geleceğe taşımamız gerekir.