Ufuklara bakarken artık birçok şey için geç kaldığını fark ediyor musun? Daha dün gibi değil miydi her şey? Baba ocağında asi bir oğlandın ya da annesine cam silerken istemeye istemeye yardım eden saçı örgülü bir kız. Zaman değirmen taşı gibi... Günleri, yılları önüne katıp öğütmüş. O çok sevdiğin annen ya da baban yok artık. Aldığın harçlıklarla koşarak gittiğin mahalle bakkalının sattığı horozlu şekerler de satılmıyor zaten.
Çağ değişmiş, insanların istekleri değişmiş. Kapı önü komşuların akşam sohbeti yok artık. Ya da mahallenin ortasına kurulan düğün çadırında halaya duranların sayısı mı kaldı Allah'ın aşkına?
Her bir şey hormona bulaştı. Yediğimiz içtiğimiz şeylerin dışında dostluklar, arkadaşlıklar, kardeşlikler bile hormonlaştı. Kimin aklına gelirdi sert plastikleri makineden geçirip pirinç diye satmak, kimin aklına gelirdi çatılara koyduğumuz kiremitleri un ufak edip kırmızı toz bibere katmak ve kimin aklına gelirdi beyaz ete gıda boyası katarak kıyma diye millete kakalamak (!)... Alnını secdeye vurup çalışanının terini kurutmak, siyasi partizanlık edip dostu düşman bellemek??? Elbet kimsenin aklına gelmezdi.
Dün ne güzelmiş oysa, yeşil soğanla, domatesi katık edip yediğimiz yufka sıkmaları.
Dün ne güzelmiş oysa mahalle arasında otuz çocuğun patlak bir topun ardında akşamı bulması...
Sevdiklerimize kokulu kartpostalları allı güllü zarflarla yılbaşlarında, bayramlarda göndermelerimiz,
sobalı evlerde kardeşlerimizle daha çok ısınalım diye kıçlı başlı yatmalarımız ne güzelmiş oysa.
Şimdi maşallah her bir şeyimiz var. Hatta yetmeyip ikişer üçer tane aldığımız şeyler var. On yaşındaki çocuğun elinde birkaç bin liralık telefonlar, on beşindeki ergenin altında son model arabalar...
Bu mutlulukları daha küçük yaşlarda tadanların ileriki yaşlarında neyi görerek mutlu olacağını sanıyorsunuz?
Çok para çok huzur değilmiş, varsa sağlığın, yanındaysa sevdiklerin ve kaynıyorsa ocakta bir tas yemeğin
o zaman ÇOK ŞÜKÜR der gibi çekmeli nefesi ta ciğerlerin en dibine....