Namaz-IV-
Müslüman olduğunu söyleyen fakat namaz kılmayan bir insanla karşılaştığım vakit nedense bu ayet takılır aklıma, çınlar kulaklarımda saatlerce. Ayetin metni gitmez gözlerimin önünden. Afallayıp dururum yerimde. Kalbim çırpındıkça çırpınır, kafese konulmuş bir kuşun kurtulmak isteyen çırpınışı gibi. Belki de sudan çıkan balık misali. Yüzyıllar öncesine, Hz. Musa'nın zamanına giderim. Tarih tünelinde geriye doğru yolculuk yaparken Peygamberleri karşısında diklenerek emirlerine karşı isyan bayrağını açan Yahudiler bir film şeridi gibi dizilir ardı sıra. Zihnim allak bullak olur, toparlayamam kendimi uzun süre.
İşitmelerine rağmen Allah'ın emirlerine karşı çıkan bu insanların tarihin tozlu raflarında kaldıklarını düşünmek doğru bir düşünce biçimi değildir. Yahudi olmak ile düşünce biçimiyle veya yaşam şekliyle Yahudilere benzemenin ortaya pek farklı bir durum çıkarmadığını görmemiz gerekir. Kendimizi düzeltmek ve yanlışa tevessül etmemek adına Yahudilerin vasıflarını Kur'an'dan öğrenmemiz gerektiği gibi Müslümanların vasıflarını da bu minvalde zihinlerimize kazımak çok çok önemlidir. Yolumuzu ayetlerle çizmek ve çevresini şekillendirmek bu olsa gerek. Çünkü bizler Müslümanlarız ve bize yakışan da budur.
Yolda ilerleyen bir arabayı sevk ve idare eden şofördür. Araba şoförün git dediği yere gider, dur dediği yerde de durur. Sağa dön denildiğinde sağa, sola dön denildiğinde de sola döner. Gaz pedalına basıldığı zaman hızlanan araba, frene basılma oranına göre de yavaşlar hatta duruverir yolun kenarında. Arabanın serkeşlik ederek başına buyruk hareket etmesini veya herhangi bir itirazı dillendirmesini de istemez şoför. Çünkü arabayı sevk ve idare eden, yolu bilen kendisidir.
Şayet bu araba, şoförün emir ve direktiflerini dinlemeyerek kendi arzu ve isteğine göre yolda ilerlerse kendisini hemen bir tamircinin elinde buluverir. Bozulmuş işe yaramaz diye de damgalanır. Hurdaya ayrılması da an meselesidir.
Peki insanoğlu da Kur'an'ın şoförlüğünde ilerlemesi, yap dediklerini yapması, yasakladıklarından uzaklaşması gerekmez mi? İnsanoğlu Kur'an ve Sünnet yerine kendi heva ve hevesine, arzu ve isteklerine göre hareket ederse durum ne olur sizce?
İnsanı yedi gün yirmi dört saat sevk ve idare etmesi gereken Kur'an şöyle buyuruyor: "Yüzleri ateşe çevrildiği gün, "Keşke Allah'a itaat etseydik, Resulü dinleseydik" diyecekler. Ve ekleyecekler: "Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lanetle!" (Ahzap/66-68) diyecekler. Namaz da Allah ve Resulünün birer emri değil midir?
Hani Yüce Allah: "Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. (Mü'minun/1-2) buyurmaktadır. Ahirette ateşten uzak kalacak olanların namaz kılanlar olduğunu vurgulayarak kurtuluş reçetesini orta yerde seriyor. Azaptan uzaklaşarak kurtuluşa ermek bizim elimizde. İsteyen alır emir ve direktifleri uygular hayatında, isteyen sırt döner ve sonucuna katlanmak üzere bekler durur kenarda. Namaz kılmayan bir Müslüman da bir tercihte bulunmuştur. Ama bu tercih Allah'ın istediği, Peygamberin tavsiye ettiği bir tercih değildir. Allah ve Resulünün isteğine rağmen yapılan bir tercihtir.
Kendi durumumuzu ve konumumuzu anlamlandırmak ancak ayetlerden ve hadislerden yola çıkarsak doğru bir sonuç elde etmiş oluruz. Şayet Kur'an ve Sünnet ışığında bir tanımlama yapacak olursak Yahudilere veya Hristiyanlara benzemekten de kurtarmış oluruz kendimizi. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah"ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti. " (Muvatta" , Kader, 3) diye bir yol göstermektedir.
Yüce Kitabımız Müslümanları tanıtmakla yetinmiyor, yolumuzu şaşırmamak adına "Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil." (Fatiha/6-7) diyerek nasıl davranacağımızı da açıklığa kavuşturuyor. Bu ayetlerde ifade edilen Yahudileri ve Hristiyanları da tanıtıyor bizlere.
Buradan hareketle bir insanın Yahudileşmesine veya Hristiyanlara benzemesine yol açan en önemli unsurun (Yahudi veya Hristiyan olup olmama ile ilgili olmadığını) işittikleri ilahi emirlere gerek sözleriyle gerek davranışlarıyla karşı çıkmaları olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Belki bu söylemin çok ağır bir söylem olduğunu söyleyenler de çıkacaktır aramızdan. İtiraz da edebilirler bu duruma.
Acizane bu itiraza şöyle cevap verebilirim. Eğer Yahudi, Hristiyan, Müşrik veya Münafıklardan bahseden ayetlerin Müslümanları değil de zikredilen şahsiyetleri ilgilendirdiğini söyleyecek olursak doğru bir iş yapmış olmayız. Ayetlerin amacına da uygun düşmez. Böylesi bir durumun sağlıklı bir düşünce biçimi olmadığını parantez içinde bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Hiç bir ayeti istisna kılmadan bütün bir Kur'an'ın Müslümanlarla ilgili olduğunu kabul etmekten başka bir çıkar yolumuz, bir çıkış kapımız yok.
Kimi ayetler bize doğruyu telkin ederken, kimi ayetler de bizleri yanlışlardan uzaklaşmaya sevk ve idare eder. Önceki milletlerden bahseden ayetleri de bu minvalde değerlendirmek gerek. Bu pencereden baktığımız vakit Yahudileri dile getiren her ayet aslında bizlere: "Sakın ola Yahudilere benzemeyin!" emrini vermektedir. Hristiyanlardan bahseden ayetler de bizlere "Sakın ola Hristiyanlaşmayın!" diye telkinde bulunmaktadır. Münafıkların özelliklerini veren ayetler de bizleri Münafıklara benzemekten uzaklaştırmaya matuf olduğunu bilmemiz kaçınılmaz bir durumdur. İmanımızın bir gereğidir.
Her ayeti evvela kendimizle ilişkilendirerek yola çıkarsak doğru bir yaklaşım sergilemiş oluruz. İşte o vakit ayetleri doğru anlayarak kendimizi düzeltme yoluna girmiş oluruz. Aksi taktirde Yahudilerden bahseden ayetleri Yahudilere havale eder, Hristiyanlardan bahseden ayetleri de Hristiyanlara raci kılar, Münafıklardan bahseden ayetleri de benimle ilgi ve alakası yok diyerek bir elbiseyi üzerimizden sıyırıp attığımız gibi tüm emirleri ve yasakları üzerimizden sıyırıp atmış oluruz. Tıpkı namaz kılmayıp Müslüman olduğunu söyleyen insanlar gibi bu ayetler bizi ilgilendirmiyor deriz. Bu da bizi yanlışa ve ibadetsizliğe sevk eder. Çünkü ayetlerin büyük bir ekseriyeti önceki milletlerden bahsediyor. "Bu ayetlerin bizimle ilgisi ve alakası yok." diyerek rafa kaldırırsak Kur'an'ın neredeyse yarısını ortadan kaldırmış oluruz ki vahim bir durum ortaya çıkar. Bu vesileyle geriye tabi olacağımız ve yaşantımızda uygulayacağımız bir ayet bırakmamış oluruz.
Okuduğumuz veya dile getirdiğimiz her ayeti, hangi millet ile ilgili olup olmadığına bakmadan evvela bize gönderilmiş, yolumuzu çizen Allah'ın birer emri olduğunu kabul etmek, buna odaklanmak gerekiyor. Çünkü söz konusu bildirimler Tevrat'ın ayetleri olmadığı gibi İncil'in bildirimleri veya Zebur'un anlatımları da değildir.
Nihat GÜÇ