İslam'i Tavır
İnsanlar nedense makam, mevki, rütbe ve şöhret basamaklarında yükseldikçe eski ahvalini unutuyor yada unutkanlığa vuruyor geçmişi. Hesap kitap işi.
Dünyevi basamaklarda yükseldikçe ayaklarının çirkinliğini unutan tavus kuşu misali kibirleniyor, büyükleniyor; küçük dağları ben yarattım havasına kapılmaktan yakasını kurtaramıyor bir türlü. İnsanoğlu her zaman: "Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli".
Keşke insanoğlu geriye dönüp bakabilse kibirlenerek yükselmeye başladığı asli noktaya. Keşke odaklanabilse insanın başlangıç durumuna ve oluşumuna. İşte o zaman çok da yukarılara yükselmediğinin farkına varır. Çünkü topu topuna yükseldiği basamak sayısı beş on basamak. Ne çıkar bunda, sonuç toprak olduktan sonra.
İnsanlar gözünü açıp bir durum değerlendirmesi yapabilirlerse kendi kendine, finiş çizgisinin başlangıç çizgisinden çok da farksız olmadığını, hatta aynı noktada birleştiğini müşahede edebileceklerdir.
Kabuslarla karşılaşma korkusu benliğini kaplıyor insanın. Olabildiğince gözlerini çeviriyor yükselmeye başladığı topraktan. Yüzleşemiyor kendi kendisiyle, benliğiyle, düşünceleriyle, iç dünyasıyla. Avutuyor vicdani değerlerini çocuğun ses çıkaran oyuncaklarla oyalandığı gibi.
Dertleri ortak olmayan insanların söylemleri de ortak olmuyor maalesef. Aynı hedefe odaklanabilmek; aynı dertle dertlenmeye ve aynı hedefe odaklanmaya bağlıdır. Aynı tencerede pişmeyen, aynı ısıyı almayan, aynı katkı maddelerinden yoksun bırakılan bir yemek hiçbir zaman aynı tadı vermez insana. Bremen mızıkacıları gibi farklı tellerden çalmaya devam eder.
Birleşmek, bir araya gelmek ve aynı hedefe odaklanmak zorunlu bir görevdir bizim için.
İnsanlar inandıkları değerleri gündem edinirler. Yani inançları peşinde koşarlar. İnançlar farklılaştıkça gündemleri de farklılaşır. Bu normal bir durumdur. Belki de olması gereken budur.
Ancak gündem konularımızın; hakimi de şahidi de Yüce Allah olan bir mahkemede hesaba dahil olduğunu unuttuğumuz konuların başında geliyor.
Bir Müslüman olarak yıllardır söylediğimiz, dile getirdiğimiz bir şey var. O da şu: Yanlış yapan insanlardan çektiğimiz ıstırabın acısıyla yükselmeye başlıyoruz şöhret, makam ve mevki basamaklarını. Yükseldiğimiz her basamak beklentimizi karşılamıyor haliyle. Kendimizle çelişince bulunduğumuz konumun gereklerini yapıyoruz. Çark ediyoruz yüz seksen derece.
Vakti zamanında o koltuğu eleştiren ben, konumum değişince aynı hatanın içinde buluyorum kendimi. Ancak bir farkla; yaptığım yanlışları doğru, doğruları da yanlış görmeye başlıyorum. Tıpkı Gazze'yi bombalayan İsrail'in savaş uçağında yer alan bir pilot gibi. Bu pilotun ne ismi önemlidir ne cismi ne de dini. Neye mensup olduğunun, neyi savunduğunun, bu katliamı niçin yaptığının zerre kadar kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü bombalamayı yapan pilotun icra ettiği her görev Yahudilerin hesabına ve çıkarına olmaktadır.
Konumumuzu doğru konumlandırmak; söylem ve eylemlerimizi Yüce İslam dinine göre belirlemek olmazsa olmazımızdır. "Sergilediğimiz her davranışın, söylediğimiz her sözün, takındığımız her tavrın karşılığında kazançlı çıkan kim?" sorusu bizim için son derece önemlidir ve manidardır.
Her olay elbette Rabbimin taktir ettiği şekilde sonuçlanacaktır. Bundan ne kaçış var ne de şüphe. Ancak sonuca giden süreçte bizim takındığımız tavır, sergilediğimiz fiil, söylediğimiz söz çok önemlidir ve yukarıda değindiğimiz gibi sorguya da dahildir. Bizi cennete sevk edebileceği gibi cehenneme de sevk ve idare edebilir.
Müslümanların sıradan herhangi bir insanın takındığı bir tavır karşısında kimse rahatsız olmaz. Ancak Müslümanların takındıkları İslami tavırlardan Müslüman olmayan her insan rahatsız olduğu aşikardır.
Düşmanlarımızı çatlatmak için İslami bir duruş, İslami bir tavır lazım bize, hem de hepimize.
Söz yetmez, davranışlarla da desteklenmesi gerek.
Nihat GÜÇ