Boş Köşeyi Dönmek
Pırlanta gibi bir delikanlıydı. Yaşı yirmi beş ya var ya da yoktu. O kadar şık giyiniyordu ki parmakla gösteriliyordu yürüdüğü sokaklarda. Bu değirmenin suyunun nereden aktığını soran olmadığı gibi kendisi de merak etmiyordu. Böyle bir derdi de yoktu. Kazanması için oynaması, oynaması için de kazanması gerektiğine inandırmıştı kendisini.
Bir maksadı vardı. Bütün varlığıyla da odaklanmıştı bu hedefe. Dur duruk dinlemeden koşuyordu ereğe. Bazen nefessiz kalıyordu bu uğurda çabalarken bazen de uykusuz. Ama ne yorulmak, ne de ter akıtmak geliyordu içinden. Amacına ulaşmak için her şeyi yapabilir, her şeyden de vazgeçebilirdi. Sigarasını yakmak için dünyayı yangın yerine çevirmekten üşenmezdi. Ne de olsa yıllar yılı bilgisayardan oynamıştı bu tür oyunları. Gözü karaydı. Oyuncak sanıyordu her şeyi. Bilgisayar oyunlarında oynadığı oyunlar gibi. Öldürdüğü insan sayısını hesaplayamıyordu artık. Ne helal biliyordu ne de haram. Ne hak ne de hukuk dinlemişti şimdiye kadar. Ne insanlıkla yüzleşmişti ne de merhametle tanışmıştı. "Babam sağ olsun." sloganları altında yürürken avazı çıktığı kadar "İnsanlarımız var olsun." diyordu kendi kendine. Tüm yolları mubah edinmişti kendisi için. "İnsanlık" adına kulağına çalınan bazı kavramlar için de; "Geride kaldı onlar, geride kaldı. Bu uğurda hiçbir şey beni durduramaz." diyordu merdivenleri tırmanırken.
Hiç değişmemişti. Değişmeye de niyetli değildi. Lise sıralarında otururken de böyleydi. Hiçbir derse çalışmadan tıkır tıkır geçmişti. Çalışmadan sınıfı geçmenin, başarılı sayılmanın önünde engel olmak isteyen, "çalışmadan geçemezsin" diyen bir iki öğretmeni de babasını okula çağırarak kurduğu baskı mekanizması sonucunda diskalifiye etmeyi başarmıştı. Arka sıralarda otururken kıs kıs gülüyordu ahlak dersinde. Tespihini sallayarak almıştı diplomayı. Bir kaç ders hariç bol kepçeden de not almıştı, neredeyse okul birincisi olarak çıkacaktı okul bahçesinden.
Bu konu üzerinden uzun uzadıya düşünmüş ve nihayet tüm dünyanın kendisi için var olduğu sonucuna varmıştı. "Eğer hakkım olmasaydı onca yıl okumuş, kelli felli insanlar kendisine verirler miydi bu kadar havada uçuşan notları." demekten alıkoyamıyordu kendisini. Telkinde de bulunuyordu çevresindeki öğrencilere. Hayatında ki en büyük kırılma noktasıydı bu. Çalışmadan kazanmak, hak etmediğini almak, baskıyla diskalifiye etmek en büyük hobi olarak görüyordu. Şartlandırmıştı kendisini hakkı olmayan şeyleri milletin avucundan koparmaya, cebinden cukkalamaya. Çok düşünmüş kararını da bu minvalde vermişti.
Her şey hazır, ortam da müsaitti. Artık "Sıra bende" diyordu. "Ben de tosuncuk abimin peşinden gitmeliyim." diyerek tezgahını kurdu orta yere. Hem de her tarafı aydınlatan güneşte. Ahtapotun kolları gibi balık avlayan ağı edinmişti. Bu şebekeyi insanların önüne sermek için de para harcamıyordu. Buna gerek de yoktu. Gelenden çarpmış, gidenden aşırmıştı. Ne de olsa kanun engel değildi yaptıklarına. Allah korkusu da yoktu kendisinde. Tuzağa düşürebilmek için vaat etmek gerekiyordu O da hiç üşenmeden en popüler vaatlerini sıraladı ardı sıra. Kimse; "Ne oluyor kardeşim, kimsin, nesin, necisin." bile demedi. Böyle bir dert de yoktu sinelerde.
Madalyonun iki tarafı da ayrılmıyordu birbirinden. Farksızdı insanlar. Ne de olsa aynı iştahı taşıyorlardı sinelerinde. Alın teri akıtmadan, çalışmadan çabalamadan "Köşeyi döneyim de nasıl dönersem döneyim." derdiyle yananlar tam köşeyi dönerlerken kapanıyorlardı yüzü koyun yere. Ava giden avlanır hesabı. Ne bir milim geri ne de bir milim ileri. Tıpkısının aynısı, şıp demiş burnundan düşmüşçesine.
Ne de olsa haydan gelen huya gidiyordu. Ağa takılanlar da değirmenin suyunu sormamışlardı şimdiye kadar. Kirliliğine odaklanmamışlardı hiç bir zaman.
İnsanoğlu bu. Gözü doymaz, hırsı dinmez bir varlık. Kazanmak, kazanmak ve yine kazanmak isteyen bir yaratık. Nereden tüydüğü bilinmeyen bir mahluk. Yorulmadan çalışmadan kazanmak isteyen bir şahıs. En önemlisi de kaybetmeye tahammülü olmayan bir nefer. Toplum içinde yaşayan ancak toplumla hiç bir bağı kalmamış bir mahluk. Çalışmadan kazanmak, daha zengin olmak, çok daha yükseklerde bulunmak, uçakla kaçmak, en tepeye paraşütle atlamak için çabalayan bir beşer. Hedefe kilitlenmiş bir roket gibi robotlaşmış bir insancık. Bilgisayarın başında günün yirmi beş saatini geçirebilen bir robot. Bütün gayreti yutturmaktan yana. Hesabı bu, kitabı bu.
Son demlerde son bir gayretle hızlandı patinaj yaptığı yerde. Kazandıkça gülüyordu. Güldükçe çekici geliyordu müşterilerine. Neşesi yerinde, valizi hazırlıyordu. Kimin umurunda.
Uzak köşelerden kendisi gibi düşünen bir çok kişiyi ağına çekmişti, en mahir ve en kurnaz siyasi liderin dahi başaramayacağı vaatlerle.
Bu topraklarda akıllanmayan o kadar karakter var ki atılan her oltaya yem olabilecek vaziyette. Ne de olsa aynı topraktan yaratılmış, aynı sokaklarda gezmiş, aynı havayı teneffüs etmişlerdi. Tam "köşeyi döndüm, zengin oldum." çığlıkları atarken kendisini yerde bulan yığınlar. Birileri sıyrılıyordu aralarından. Tam köşede, köşeyi döndüm dediği noktada düşmüş, boylu boyunca uzanan binlerce insan. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak bu olsa gerek." diyorlardı bu haberi duyanlar, okuyanlar.
Ne diyordu Hz. Muhammed (s.a.v.): “İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz...” (Buhari, Rikak 10; Müslim, Zekat 116-119)
Kalın sağlıcakla...
Nihat GÜÇ