Her insanın mutlaka bir derdi vardır. Kimi insan aşk, kimi insan mal, kimi insan da makam, mevki gibi dünyevi dertlerle yanıp tutuşur. Hasret kalır bazı şeylere. Kimi insanın da dini kaygıları vardır ve zaman zaman bu kaygıları zirve yapar. İnandığı değerleri yüreğinde hisseder.
İnsanın konuştuğu her kelimeden, okuduğu her kitaptan, yazdığı her satırdan, attığı her adımdan bu dert sezinlenir, bu hüzün resitali yükselir arşa doğru.
Yüreğine iki kaygıdan başka bir kaygı girmez insanın. Ya dünyevi endişelerden oluşan bir sıkıntı kaplar benliği. Ya da cehenneme düşme korkusunun getirdiği bir keder tüter bacadan. Bazen kaynama noktasına ulaşır bazen de eksi dereceye düşer kaygılar.
İnsan bünyesinin mikroplara karşı güçlü ve kuvvetli olması tamamıyla yedikleriyle, içtikleriyle ve aldığı vitaminlerle ilgili olduğunu bilmeyen yoktur. Vücut sağlıklı bir beslenmeye sahip olmadığı vakit her an hastalanabilir ve kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirmekten acze düşebilir. Bu tamamıyla yiyecek ve içecekler ile ilgili bir durumdur.
Vücudun üzerinde yiyeceklerin etkisi yadsınamıyorsa, İslami olmayan fikirlerin insanın düşünce yapısı üzerinde etkisi hiç yok mudur? Peki ya dini herhangi bir kaygısı olmayan insanlara ne demeli? Onları hangi derekeye koymalı? Hangi teraziyle tartmalı? Hangi metre ile ölçmeli?
Şöyle düşünebiliriz bu meseleyi. Yiyeceklerimiz vücudumuz üzerinde etki ettiği gibi; içinde yaşadığımız çevre, edindiğimiz fikir, okuduğumuz kitap, icra ettiğimiz meslek, izlediğimiz filim de zihinsel yapımızın üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu kabul etmemiz gereken bir realite. İşte bu nokta-i nazardan konuya baktığımızda imanını Kur'an ve Sünnet çerçevesinde şekillendirenler ve kuvvetlendirenler; güçlü vitamin alan insanların sağlıklı vücuda sahip oldukları gibi düşünce yapıları da sağlam olur.
Unutmamak gerekir ki her davranış mutlaka bir düşüncenin eseridir. Yanlış işler doğru düşüncelerden sadır olmadığı gibi, doğru işler de yanlış düşüncelerden hiçbir zaman sadır olmaz. Sağlam düşünce sahibi insanlar kolay kolay batılın önünde eğilmezler, bükülmezler ve hafif rüzgarlarla savrulmazlar ortalığa. Beslendikleri kaynağın sağlamlığı oranında yanlış bir fikri kabul etmeye yanaşmazlar. Böylesi insanların yanlış düşüncelerin peşinden koşuşturmaları da söz konusu olamaz.
Haliyle tam tersi bir durum da söz konusu olabilir. Kur'an ve Sünnet ile beslenmeyen bir akıl, önüne süpürülerek yığılan her türlü yanlış düşünceyi kabul edebilir. Hatta buna hazırdır da. Bu vesileyle sahip olduğu fikirleri doğru olmasa da savunduklarının doğru olduğunu düşünür. Hatta Kur'an ve Sünnet ile şekillenmesi gereken fikirleri ideal olmadığından doğru düşüncelere ve olması gerekenlere karşı da çıkabilir. Çünkü fikri yapısı buna müsaittir.
Beslendiği kaynağa göre herkesin kendisine has bir derdi, bir kederi bir üzüntüsü, bir kaygısı vardır, olmalıdır da. Çünkü insan olmak bunu gerektirir. İşte yol ayırımı, başka bir ifadeyle zurnanın zırt dediği nokta tam da burasıdır. Demek ki insanoğlu edindiği düşüncelere göre dünyayı kendisine meşgale edindiği gibi dinin emirlerini de kendisine uğraşı edinebilir.
Senin derdin ne?
Edinilen her düşünce, her fikir bir ticarettir aslında. Bu ticaret insana ya kar sağlar ya da zarar. Yapılan ticarete dikkat etmek, dikkatli davranmak, aldanmamak gerek. Ticarete zarar verecek unsurları her zaman ayıklamamız lazımdır pirincin içindeki taşlar gibi. Bazen zarar etmemek de bir kardır.
Ancak bazı kişilerin yaptıkları ticaretin kendilerine bir fayda sağlamadığını şu ayette Yüce Rabbimiz: "İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır." (Bakara/16) buyurmaktadır. Demek ki her ticaret kar getirmiyor. Hele bu ticaretin sonucu cennete veya cehenneme çıkıyorsa doğru yerde durmak, doğru bir düşünce yapısına, doğru bir bakış açısına sahip olmak gerekmez mi?
Evet! Dünya bir pazardır. Karlı çıkmak mümkün olduğu gibi zararlı çıkmak da mümkündür. Ama dünyayı kendisine sorun edinen insanlar her zaman eli boş çıkmışlardır bu pazardan. Eli boş çıkmamak adına doğru bir alışveriş yaparak karlı bir kazanç elde etmek gerekir. Yüce Allah bu işin nasıl olduğunu bize bildirmektedir: "Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?" (Saf/10) dedikten sonra "Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır." (Saf/11) şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır.
Dünya bir imtihan arenasıdır. Bu imtihan meydanı da dinin bildirimlerine göre nihayete erecektir. Yüce İslam dinini kendisine meşgale edinenlerin zararı ve kaybı söz konusu değildir. Maddi bir ziyanı olsa da bu dünya ile sınırlıdır.
Müslüman'ım diyen insanların derdi aslında ortaktır. Çünkü aynı Allah'a, aynı Peygambere, aynı kitaba ve aynı dine inanmaktadırlar. Ancak bu kaygıların miktarı ve şekli kişiden kişiye değişiyor ve farklılaşıyorsa bir sorunun varlığına işaret etmesi açısından öneme haizdir. Bu sorunun temelini bilmek ve irdelemek gerekir. Hastalanan insanların tedavi edilmeden önce illetin nedeninin bilinmesi gerektiği gibi çok önemlidir. Bu yüzden başka başka şeyleri kendisine dert edinmiş insanların beslendikleri kaynağa dikkat edilmelidir.
Evet! Derdi dünya olan insanların anlamadığı/anlayamayacağı bir dert bu. Gamlanmayan insanların hüznün ne olduğunu bilemeyecekleri gibi.
Herkes inancına, benliğine, anlayışına ve edindiği fikirlere göre bir şeyleri dert edinir kendisine. Müslümanların da en büyük derdi ve kederi dindir, imandır, Kur'an'dır. Tıpkı Peygamberler gibi... Tıpkı sahabeler gibi... Tıpkı peygamberlerin izinden gitmeye çalışan sadıklar, şehitler ve alimler gibi...
Böylesi bir derdi dert edinmek büyük dert olmalıdır. Peki senin başka dertlere benzemeyen bir derdin var mı?
Dünya hayatının sonunda sorguya çekileceğimiz konuların derdini yürekte hissedebilmek herkese nasip olmaz. Dünyevi dertler, insanı zillete duçar kılarken uhrevi dertler de insanı kanatlandırarak cennetlere uçmasına sebep olur.