Belki de ilk defa duyacağınız isimler ve mübarek Allah dostlarını şaşıracaksınız. Araştırmalarım İzmir’in hiçte kötü olmadığı algı operasyonlarıyla 1424 yılından itibaren bitirilen Gavur lakabını, günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor olması, bilinçli kasti ve yeniden ayağa kalkmasınlar psikolojisidir.
İzmir ilimiz sınırları içerisinde seyit olan peygamber efendimizin soyundan gelen mübarek zatlar bile var.
Muhyiddin İbnü’l Arabî Hazretleri ‘Müslüman olsun, kafir olsun, her şehrinde bir kutup ve evliya bulunur’ demiştir. İzmir’in de Evliyaları vardır. Hem de metfun bulundukları İzmir’in ismi ile anılmaya fazlası ile layık evliyaları vardır.
Bir kaçını örnek verecek olursak;
Emir Sultan Seyit Mükremeddin H.z ( İzmir’in Fatihi ve Batı Anadolu da bilinen İlk Tekkenin şeyhi )
Seyit Battal gazi’nin torunları Alişir-Beşir ve Nezir hazretleri.
Resul İbni Salih H.z ( Osmanlıda Kanuni döneminin İslam İlmihali Yazarı )
Şehabettin Sivasi H.z ( Zeyniye Tarikatının önde gelen İsimlerinden )
Naturdizade Seyit Ahmet Efendi H.z ( Seyyid Nakibül Eşraf aynı zamanda Nakşibendi ve Bektaşi şeyhi )
Mevlevi Mehmet Dede H.z ( İzmir de bulunan Emir Sultan dergahının son Mevlevi şeyhi )
Celveti Şeyhi Mustafa H.z ( Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin Damadı ve Halifesi )
Bekir Sıtkı Visali H.z ( Uşşaki Tarikatı’nın şu an aktif kollarının bağlı olduğu Uşşaki Silsilenin büyüklerinden )
Ahmet Kazım Eymür H.z ( Rufai Tarikatının son Dönem büyüklerinden )
Rufai Şeyhi Seyit Hüseyin Cemal Efendi H.z ( Emir Sultan Dergâhının son Şeyhi )
İzmir şehri, Çaka Bey tarafından fethedilip Aydınoğulları'nın hakimiyetine girse de bu hakimiyet çok uzun sürmedi ve şehir 1344 yılında Rodoslular, Cenevizliler ve Venediklilerden oluşan Hristiyan donanması tarafından geri alındı. İzmir Limanı'nı kaybeden Aydınoğulları ise daha içeride yeni bir şehir kurmuş ve Müslümanların idaresindeki bu yeni şehre "Müslüman İzmir" adını vermişlerdi.
Timur tarafından fethedilene kadar çok uzun yıllar boyunca bir Hristiyan şehri olan kıyı İzmir'e verilen "Gavur İzmir" tabiri de işte buradan kalan bir miras. Haliyle Aydınoğulları tarafından konulup günümüze kadar bir şekilde ulaşmış bu ismin, 1424 yılından bu yana artık bir anlamı ve geçerliliği yok.
Şimdi ben size Müslüman olarak bilmediğiniz İzmir’i anlatacağım.
İslam ve Türk’lük uğruna küffara meydan okuyan yaptığı savaşlarla adını tüm bizansa duyuran ve İzmiri feth eden Çaka Bey, 1071 yılında Anandolu’yu yurt edinme girişimlerine başlayan Türkmen beylerindendir. Oğuzların Çavuldur boyundandır. İzmir Beyliği(1081-1097)’ni kurdu. Daha sonraki yıllarda Aydınoğulları beyliği Mehmet bey ve evlatları Hızır, Umur, İbrahim, Bahadır, Süleyman ve İsa bey ve kızı Hanzade sultandır. Umur ismi “İşler, görevler, yükümlülükler” anlamına gelen isimdir lakabı “Bahaüddün” olup yani” Dinin güzelliğidir”.
Gemileri ilk kardan yürüten Türk
Umur Bey, Düsturnâme’deki anlatıma göre Mora’nın Korint (Germe) körfezinde geldiğinde gemilerini karadan yürüterek karşıya geçirmiş, oradan da hareketle Konstantinopolis (İstanbul) önlerine gelmiş ve buradan hareketle donanma ile Karadeniz’e geçerek kuzey Epir bölgesindeki isyanı bastırmış ve bölgedeki bazı yerleri de asi Arnavutlardan temizlemişlerdir.
İzmir Ödemiş Birgi’de Aydınoğlu Mehmet Bey, oğulları İsabey, Bahadır Bey ve Gazi Umurbey’e ait dört türbe aynı yerde bulunuyor.
İzmir ikinci kez fetih edildiğinde bu sefer fetih Aydınoğulları Beyi Gazi Umur Bey’e ve beyliğin komutanı Seyyid Mükerremeddin Emir Sultan Hazretlerine nasip oldu. İzmir’in bu fethi Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’nın torunu Seyyid ve aynı zamanda Mutasavvıf bir Şeyh Efendi olan Mükerremddin Emir Sultan Hazretleri gibi Büyük bir Allah dostunun riyasetinde oldu. Ve Seyyid Mükerremeddin Emir Sultan Hazretleri Batı Anadolu’daki ilk tekkeyi İzmir’e kurdu. Kurulan bu Tekke Anadolu Erenleri’nin, Gazi Dervişlerin, Mutasavvıflar’ın bölgeye akın akın gelmeleri için adeta bir davet niteliği taşıdı ve bölgenin tam bir İslam yurdu haline gelmesini hızlandırdı.
Her ne kadar Emir Sultan Türbesi olarak adlandırılsa da; İzmir in Türk kimliğine kavuşmasını sağlayan Aydınoğlu Gazi Umur Bey in komutanlarından Seyyid Mükremiddin Kadife kale feth edilirken Alperen gazi olarak bizzat savaşmış daha sonra Umurbey tarafından Türbesinin bulunduğu yer ona emirlik verilerek hediye edilmiştir.. Seyyid Mükremiddinn in 1340-1350 yılları arasında öldüğü sanılmaktadır. Türbesi Basmane Dönertaş sebili üzerinde 951 ve 954 sokaklarındadır. Kendisi İzmir’in manevi komutanıdır.
Abdüllatif Efendi’nin İbni Melek ismiyle anılmasının sebebi şu menkıbeye dayandırılır. Babası Abdülaziz Efendi Hicaz’a giderken eşini hamile olarak bırakmış ve çocuğunu da Allah’a emanet etmiştir. Dönüşünde eşinin bir gün önce öldüğünü, çocuğunun da anasının karnında defnedildiğini öğrenir. Bunun üzerine, “Ben evladımı Allah’a emanet ettim. Onu Allah korumuştur”, diyerek eşinin mezarını açtırır, Abdüllatif Efendi’yi sağ elinin küçük parmağını emerken görür. Bundan sonra da Abdüllatif Efendi’yi meleklerin koruduğuna inanılmış ve meleklerin koruduğu anlamında İbni Melek ismi yakıştırılmıştır.
Diğer taraftan, İbn Battûta’nın 1334’de Anadolu’ya yaptığı seyahat sırasında Birgi’de karşılaştığı Kadı İzzeddin Firişte’nin dindar ve fazilet sahibi olduğu için “Firişte” lakabıyla tanındığına dair verdiği malumattan İbn Melek’in bu lakabı babasına nisbetle aldığı anlaşılmaktadır170. Nitekim bazı eserlerinde babasının adı Abdülaziz, bazılarında ise Firişte olarak geçmektedir. Evliya Çelebi İbn Melek’den sitayişle bahseder.
İbn Melek, Aydınoğlu Mehmed Bey’in Tire’de yaptırdığı medresede uzun yıllar ders verir ve bu sebeple medrese onun adıyla meşhur olur. Ayrıca Mehmed Bey’in oğulları İsâ Çelebi, Selim Çelebi ve Hızır Şah’a hocalık yapar.
Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. İsmi, Muhammed bin Ali Birgivî’dir. Lakabı Zeynüddîn’dir 928 (m. 1521) senesinde Balıkesir’de doğdu. 981 (m. 1573)’de Birgi’de vefât etti. Türbesi, Aydın’ın Birgi kasabasında bir tepe üzerindedir. İlimdeki yüksek derecesinden dolayı İmâm-ı Birgivî ismiyle meşhûr olup, Türk âlimlerinin baş tacıdır. İmâm-ı Birgivî’nin “Vasıyyetname” adlı eseri vardır.
Buraya kadar okuduklarınızda “vayy be” dedirten bu bilgileri belki de ilk defa öğrendiğinizi duyar gibi oluyorum. Müslüman kimlikleri ile Allah dostu olmuş Serhat askeri ve Dua askeri olmuş ilmen hocalık yapmış dava adamlıklarını yaşamları boyunca sürdürmüş atalarımızı İzmir de yaptıkları mücadeleyi geçte olsa öğrenmiş bulunmaktayız. Allah onlardan razı olsun.
Yıl 1081. İlk Türk Amirallerinden Emir Çaka Bey, İzmir’i fethettiğinde silahşorlarına döndü, işaret parmağı ile karşı yakayı işaret etti. Burası dedi Çaka Bey. Burası; şehir merkezi gibi kozmopolit olmamalı. Şu karşıda görünen yakayı inşa edeceğimiz Türk İzmir’in mütemmim cüzü, incisi yapmalı. Bu söz emrindeki Türkmenlerin kulağında yankılandı. Yamanlar eteklerinden sahile kadar Türkler yerleşti. Menemen’i, Foça’yı fethettiler. Çoğunluk oldular. Bu beldeye Karşıyaka adını verdiler.
Karşıyakalı Türk Gençlerinin liderlerinden Kadızade Zühtü Bey yakın arkadaşları Refik Civelek, Osman Nuri, Örnekköylü Hüseyin, Süreyya İplikçi ve ağabeyi Kadızade Raşit ile birlikte hafif yağmurlu bir günde, bir zeytin ağacının altında biraraya geldi. İşte bu atmosferde “Ne Yapmalı?” sorusuna cevap aradılar. İçlerindeki milli heyecan adeta bir yangın gibi ateş almıştı. Bir spor kulübü kurmaya karar verdiler. Spor sahalarında gâvur takımlara karşı mücadele vereceklerdi ve Türk Gençliğinde milli bilinci uyandıracaklardı.
Spor kulübünün adı Karşıyaka olacaktı. Renkleri yeşil ve kırmızı olsun dediler. Yeşili İslamiyeti, kırmızısı Türklüğü işaret ediyordu. Kulübün adının Osmanlı Türkçesinde yazılışı olan Kaf-Sin-Kaf bir anda Türk Gençliği arasında slogana dönüştü. Bugün de Karşıyaka tribünlerinde gururla söylenen Kaf-Sin-Kaf tezahüratını o günlerde ilk olarakMustafa Cemal Ahmet Umar Bey söyledi ve kitlelere yaydı. Türk muhitlerinden akın akın gençler Kaf-Sin-Kaf’a katılıyordu. Türk milliyetçisi gençler yeşil-kırmızı üzerine, Kuran, bayrak ve silah üzerine bağlılık yemini verdiler. Artık ölmek vardı lakin dönmek yoktu.
Karşıyaka’nın gençleri her türlü zorluğa karşı bir taraftan gençler arasında milli bilinci yaydı diğer taraftan da yeşil-kırmızı renkleri Rum, Ermeni ve İngiliz takımlarına karşı savundu. Her maçta çoğu yaralanır ancak yine de yılmaz ve golleri yabancı takımların kalelerine gönderirdi. Kaf-Sin-Kaf’ın en golcü ismi ise tanıdık bir isim, rahmetli Adnan Menderes idi. (Koyu bir Karşıyakalı olan Adnan Menderes Karşıyaka’nın önde gelen ailelerinden Evliyazadelere mensup eşi Berin Hanım ile de Karşıyaka’da tanışmış ve âşık olmuştu.) I. Dünya Savaşı sırasında birçok Karşıyakalı sporcu çeşitli cephelerde vuruştu, Filistin’de, Galiçya’da şehit düşenler oldu. Türk Ordusunun bir subayı olarak Filistin Cephesi’nde çarpışan Zühtü Bey, burada da yeşil-kırmızı sevdasını aklından bir an olsun çıkarmadı; cephe gerisinde Türk ve Filistinli gençlerden müteşekkil Kaf-Sin-Kaf isimli bir takım da kurdu.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in üzerine kâbus gibi çöken Yunan işgali Karşıyaka’yı da ziyadesiyle etkiledi. Rumların Karşıyaka’daki Türklere ve Türklerden yana tavır koyan Levanten ailelere yönelik baskıları gün geçtikçe artmaya başladı. Zühtü Işıl önderliğinde birçok Kaf-Sin-Kaf üyesi Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçti.
Karşıyaka’nın acılı bekleyişi 9 Eylül 1922 tarihine kadar sürdü. O gün Menemen tarafından büyük bir duman kalktı havaya. Kaf-Sin-Kaf üyeleri müjdeyi verdi: “Bizimkiler geliyor!” Kurmay Albay Suphi Kula komutasındaki 14. Süvari Tümeni, İzmir’e kuzeyden sarkarak Menemen ve Karşıyaka’yı kurtardı. Karşıyaka’ya ilk giren dört Türk süvarisi içinde K.S.K’nin kurucusu Teğmen Zühtü Işıl Bey, Binbaşı Zekai Kaur ve Alaybey semtinin simgesi Bombacı Ali Çavuş da vardı. İzmir’i kurtaran büyük komutanlardan Fahrettin Altay Paşa’nın Karşıyaka’ya gelişi de büyük bir sevince yol açtı. Çünkü paşa da Karşıyakalıydı ve gözyaşları içerisinde dörtnala girdiği Karşıyaka’da annesi Hayriye Hanım’a kavuşmuştu.
10 Eylül 1922’de ise İzmir Halaskâr Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı bağrına basıyordu. Karşıyakalı subaylar Gazi Paşa’ya Yunan Kralı Konstantin’in yaptığı densizliği anlattılar ve geceyi Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde geçirmesini istediler. Gazi Paşa onları kırmadı. Karşıyakalıların büyük sevgi gösterileri eşliğinde İplikçizade Köşkü’nün önüne geldi. Karşıyakalı gençler Türk Bayrağına yapılan terbiyesizliği unutmamışlardı. Bu nedenle köşkün girişine büyük bir Yunan Bayrağı serdiler ve Gazi Paşa’nın Yunan Bayrağını çiğneyerek köşke girmesini arzu ettiler. Gazi Paşa, Karşıyaka’nın vatansever evlatlarına tebessümle baktı ve tarihe geçen şu sözler mübarek ağızlarından döküldü:
“O geçmişte hata etmiş. Bir milletin istiklalinin timsali olan bayrak çiğnenemez. Ben O’nun hatasını tekrar edemem. Beyler biz üzerimize düşen görevi yerine getirdik, şimdi sıra sizde Kaf-Sin-Kaf’ı tekrar harekete geçirin!” O gece İplikçizade Köşkü’nde onuruna verilen yemeğe K.S.K. yöneticileri de davetlidir. Kurtuluş Savaşı nedeniyle Spor faaliyetlerini durduran kulübün yeniden faaliyete geçirilmesi emrini vermiştir.
İşte bir İzmir Futbol takımı renkleri İslami renklerden alıyor yeşil İslam dan Kırmızısı Şehit kanından. İslami kavram olması milletimizin şuurunun Allah davasına hakim olmasıdır.
Sakarya Savaşı bitmiş, Buhara Cumhuriyeti’nden gelen bir heyet, (Üç Allah dostu yani erenler) TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkmıştır. Kendilerinden İzmirin feth edilmesini düşmandan kurtarılmasını İzmir in manevi olark çok önemli olduğunu belirtirler. O heyetin elinde maddi değeri yüksek, ancak sonrasında müthiş bir manevi değer kazanacak çok önemli üç hediye bulunmaktadır.
Buhara halkı adına getirilen o armağanlar üç adet kılıçtır. Bunlardan birisi Gazi’ye, diğeri İsmet Paşa’ya sunulur. Üçüncü kılıcın sahibi ise henüz bilinmemektedir. Çünkü Buhara heyeti, bu kılıcın, işgal altındaki İzmir’e ilk girecek kahramana verilmek üzere saklanmasını Mustafa Kemal Paşa’dan rica etmektedir.
Gazi, emaneti kabul eder ve kılıç, Batı Cephesi Komutanlığı emrine alınır. Başkomutan, bunu Meclis kürsüsünden de ulusuna duyurur. Bu andan itibaren kılıç, Kurtuluş Savaşı ile özdeşleşir ve birçok subay ve askerin düşlerini süsler. İzmir’in bağımsızlık özlemi toplumsal bir mitosa, İzmir’e ulaşma düşü ise yüreklerde alevden bir topa dönüşür.
30 Ağustos günü düşmanın ana unsurlarının yok edilmesinin ardından, Mustafa Kemal Paşa, tarihi emrini verir: ‘Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir.’ İşte o emri alan ordu, adeta İzmir'e akarken, İkinci Süvari Tümen Komutanı Yarbay Zeki (Tümgeneral Zeki Soydemir), öncü olarak Birinci Süvari Alayı'nı görevlendirir. Öncü öncüsü olma görevi de İkinci Tümen, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin'e verilir.
Göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, o dakikaları, “Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam? İzmir'i kurtarmıştık ya. Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya” diye anlatır.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, tarihi günü Belkahve’den izler. Yanında Fevzi ve İsmet paşalarla 10 Eylül sabahı kurtardığı İzmir'e gelişi ise görkemli olur. Kent adeta ayağa kalkmış, Mustafa Kemal’ini bağrına basmıştır.
İzmir'e girişinden 2 gün sonra Başkomutan, Şerafettin Yüzbaşı'ya, ‘İzmir’ adını verir. Genç subay, soyadı kanunun çıkmasından sonra İzmir'i kullanır.
Büyük Önder, Buhara Hükümeti'nden emanet aldığı kılıcı da, 15 Eylül günü Yüzbaşı Şerafettin'e verir. Bu arada Beyrut eşrafından Misbah Efendi'nin, ödül olarak koyduğu 500 altın lira da, Şerafettin ve Zeki yüzbaşılar arasında paylaştırılır.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün annesi Zübeyde Hanımda İzmir ili Karşıyaka ilçesi Hacı Osman paşa camisinin bahçesinde gömülüdür.
Yani kusura bakmayın üç beş tane adam burada İslam dışı hareket yaptı diye kimse İzmire Gavur deme hakkına sahip değil. Kaldı ki İzmir’imiz mübarek zatların bizlere emanet edildiği bu topraklar altında yattığı kutsal değerli ve Müslüman şehridir.
Yeni araştırmalarla yola devam, kalbi sevgiyle kalınız.