O İĞNEYİ (ZEHİRLİ) BANA VURMASANIZ OLMAZ MI?
BUZ GİBİ HAPİSHANE DE ORUCUNU AÇMAK İÇİN KOLTUĞUNUN ALTINDA ISITTIĞI BUZ TUTMUŞ YEMEĞİ YER VE YERE YIĞILIR...YEMEK ZEHİRLİDİR...
Şerafettin Kartal Ağabeyin bulunduğu bir derste, Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) hazretlerine “o zehirli iğneyi ben vurdum” diyen sağlık memuru anlatıyor:
1947–1948 yıllarıydı. Afyon Hapishanesi’nde yatmakta olan bu zat için, görevli kişi, hükümet tabibini çağırıyor.Elinde tuttuğu zehirli iğneyi göstererek: Bu iğneyi şu kişiye yapacaksın diyor. O da ancak yazılı emirle yapabileceğini söyler. Görevli kişi: O zaman bir memurunu gönder der. Hükümet tabibi de beni gönderdi. Beni hapishanede karşıladılar. Önce: “Bu doğulu hoca, bir Kürt devleti kurmak istiyor. Bu kişi devletimiz için çok tehlikelidir. Gizli gizli kitaplar yazarak halkı zehirliyor. Daha neler yapıyor neler. Sen şu iğneyi bu kişiye zerk edeceksin dediler. Gizli güçlerin görevlendirdiği bu kişiler, ayak ayaküstüne atarak kahvelerini içerken ben de oraya çağırılan zatın hazırlanmasını bekliyordum. Kendisine iğne yapılacağını anlayan zat dedi ki: Ben hasta değilim, benim vücudum iğneyi kaldırmaz, bir haşarat salgını da yoktur. Niçin iğne vurulmak icap ediyor? Yoksa siz iğneyi yapmak mecburiyetinde misiniz? Evet, dedim. Bu iğneyi yapmak mecburiyetindeyim. O zaman yap, dedi. Ağzına kadar zehir dolu olan enjeksiyonun bir miktarı bile insanı öldürmeye yetecekken bana hepsini zerk etmem emredilmişti. Ben iki dizyem yaptım. Bu zat zehirlendiğini çok iyi anlamıştı. Koğuşuna götürüldü. Her an bayılması ve ölmesi bekleniyordu. Bir iki dakika içinde netice alınacaktı...
Gizli komitenin görevli kişileri, birkaç dakikada bir kendilerini arayan telefona cevap veriyorlar: Hepsini zerk ettik, sonucu bekliyoruz diyorlardı. Koğuşa gidip gelenler, bu zatın acılar içinde kıvrandığını söylüyorlar, fakat öldüğünü bir türlü söylemiyorlardı. Telefon defalarca çalıyor, öldümü öldümü diye soruyorlar ama görevliler ise hep aynı cevabı tekrarlıyorlardı, daha ölmedi...
Bediüzzaman hazretlerinin Milli Şef döneminde Afyon cezaevinde gördüğü işkence öyle böyle değildir. Daha önce Eskişehir ve Denizli mahkemelerinden beraat almasına rağmen aynı suçlamalarla bu kez de Afyonkarahisar cezaevine getirilir...
Şevket Süreyya Aydemir’de aynı cezaevinde yatmaktadır. “Suyu arayan adam” isimli hatıra türündeki eserinde; Avluya hava almak için çıkarıldığımızda cezaevine sarıklı bazı mürteciler getirildi. Ama hiç buradan çıkma ihtimalleri yok! Bunlar da diğerleri gibi idam edilirler diye bahseder. Şevket Süreyya’nın mürteci diye bahsettiği kişiler Bediüzzaman ve öğrencileridir...
Bu niyetlerle Afyon cezaevine getirilen Bediüzzaman hazretleri, talebelerinden ayrı bir koğuşa konur. O yılki kış, bu seneki kışa rahmet okutacak cinstendir. O yılki şahitlerin anlattığına göre Afyon, son kırk yılın en dehşetli soğuklarını yaşamaktadır. Dışarıda alabildiğine bir tipi vardır ve Bediüzzaman hazretlerinin soğuktan donması için kaldığı koğuşun camlarını kasten kırarlar. Kırık camlı pencereden içeriye tenleri bir jilet kesiği gibi acıtan kar soğuğu dolmaktadır. Zemin ıslak betondur. Geceye doğru pencerenin kenarları buz tutar. Yirmiden defa zehirlendiği halde öldürülemeyen Bediüzzaman hazretleri, adeta donarak ölmesi istenmektedir...
Bediüzzaman o gece, vücut ısısını korumak ve donmamak için çıplak zeminde sürekli hareket eder ve zıplar. Uyuduğu an donarak öleceğinin farkındadır. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar namaz kılar. Uzun süre ayakta kaldığı için ayaklarının altında donma emareleri başlayınca, yeniden beton zeminde zıplamaya başlar. Takati kesilince çömelir. Beton zeminde kaz yürüyüşü yaparak vücut ısısını korumaya ve hayatta kalmaya çalışır.
Aylardan Ramazan’dır. O gece aç olarak sabahlar ve o şekilde orucuna niyet eder. Sabah kapı altından bırakılan bir tabak yemek akşama doğru buz tutar. Buz tutan tabağı koltuğunun altında ısıtarak buzunu çözer sonra da birkaç lokmayla iftarını açmaya çalışır...
Üçüncü günün sabahında takati iyice kesilmiştir. Kapı aralığından bakan gardiyan esefle söylenir: Bu adam daha ölmedi mi be?
Gardiyanın bu sözleri, Bediüzzaman’ı camı kırık ve içeriye kar dolan bir bu hücreye neden koyduklarını anlatmaktadır.
Gardiyan biraz sonra yine kapı altından bir tabak yemek bırakır. Akşama doğru tabaktaki yemek donmuştur. Camı kırık pencereden içeri dolan kar soğuğunu içeri dolan akşam ezanı ısıtır...
Dışarıda Tanrı uludur, Tanrı uludur sesleri ve içeridede Allahuekber Allahuekber sedaları yükselir...
Bediüzzaman hazretleri donmuş yemek tabağını koltuğunun altında ısıtarak buzunu çözer. Artık vücudu kaskatı kesilmiştir. İbadetini daha rahat yapabilmek ve hayatta kalabilmek için buzu çözülen yemekten bir iki lokma alır ve yere yığılıp kalır. Çünkü Yemek zehirlidir!..
Ama öldürmeyen Allah öldürmez. Beşerin zalim eli istese bile, Allah istemedikçe bu gerçekleşmeyecektir...
MURAT FİDAN