Biz Bilime Değil, Dua’ya İnanırız!
Yanan ciğerlerimiz için, ormanlarımız için, börtü-böcek için, ağaçlar ve kuşlar için bir grup samimi Müslüman çıkmıştı yağmur duasına. Bir grup hadsiz bu Müslümanlarla âdeta geçmişteki kavimlerdeki gibi dalga geçmeye ve bu samimi Müslüman topluluğu aşağılamaya başlamıştı. Bizim hikâyemiz de işte böyle başladı. Hakk ile bâtılın savaşında son sözü her zamanki gibi yine Hakk olan söyledi. Bâtıla ne oldu, diye soracak olursanız her zamanki gibi zâil olduğunu yani yok ve rezil olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu aslında bir hikâye değil hakikatti.
Vaktiyle bir genç vardı. İsmi Kenan’dı. Bir diyarın hükümdarının baş sihirbazının düzenlediği sihirbazlık yarışmasında 1. olmuş ve o deneyimli sihirbazın has adamı olmak üzere o diyara gelmişti. O dönemin bilimsel bilgisi sihirbazlıktı. O dönemde sihirbazlıkta âdeta çağ atlamış deneyimli bilim insanları vardı. Sihirbazlar gösterdikleri illüzyonlarla halkları ve hükümdarları âdeta avuçlarının içine hapsetmiş ve kendilerine köle haline getirmişlerdi. Bu sayede krallara ve halklara istediklerini çok rahat bir şekilde yaptırıyorlardı. Kenan şehre gelmeden önce şehirden sürülen âlim bir zat ile tanışmıştı ve böylece hakikat nuruna bir pencere açılıvermişti Kenan’ın kalbinde. Kenan bu zat ile bağını hiç koparmayacaktı.
Kenan, saraya girip baş sihirbazla tanıştı ve sihirbazdan birçok şey öğrendi. Kenan, ülkede tanınır bir insan olmuştu artık. Baş sihirbaz Kenan’dan oldukça umutluydu. Derken, o zamanın bilimi ile dua bir olayda karşı karşıya geldiler. Kim kazanacaktı? O zamanın en büyük bilimsel bilgisi olan sihirbazlık mı yoksa Allah’a içten ve samimiyetle yapılan dua mı? Kenan, sihirbazın en has adamıydı ama içten içe huzursuzdu. Şehirden sürülen âlim zat ile sürekli görüşüyor ve hakikat nuruna bir adım daha yaklaşıyordu. Kenan bilim ile dua’nın savaşında baş rolü üstlenecekti.
Kenan, yine o âlim zat ile görüşmesinden dönerken yolda bir kafile ile karşılaştı. Kafile onu hemen tanıdı ve ondan yardım istediler. Kafilenin baş devesi yol üzerinde çökmüştü ve kalkmak bilmiyordu. Bu olay Kenan için büyük bir fırsattı. Bu olay Kenan’ın hidayetine tam anlamıyla vesile olacaktı. Kenan, ilk önce kendisine öğretilen bilimsel bilgiyi denedi. Kafilede yer alan herkes bu gösteri karşısında dehşete düşmüştü ancak yerdeki deve o gösteriden hiç mi hiç etkilenmiyor ve istifini bozmuyordu. Bu nasıl olabilirdi? İnsanları dehşete düşüren o illüzyon hayvanları nasıl etkilemezdi? Kenan, hakikat nuruna açılan penceresinden o nura ulaşmayı denedi ve ilk defa âlim zatın kendisine tanıttığı Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (s.v.t) el açıp dua etti. Kafiledeki insanlar bu durumu hiç anlamlandıramadılar. Kenan secdeye kapanıp Allah’a (c.c.) dua etti ve deve bir anda kalkıverdi. Kenan, deve kalkınca bunun Allah tarafından olduğunu ve o zamana kadar kendisine öğretilen bilimsel bilgilerin (sihirbazlık bilgilerinin) hiçbir anlam ifade etmediğini insanlara ilan etti.
Kenan, artık Baş sihirbazın istemediği adam olmuştu. Kenan’ın hidayeti baş sihirbaz üzerinde şok etkisi yaptı. Kralla birlikte hareket eden sihirbaz Kenan’ı öldürmek için her yolu denediler ama Kenan her seferinde Allah tarafından korundu ve insanlar artık Allah’a iman etmeye başladı.
Kenan ile baş edemeyen kral ve sihirbaz onunla anlaşmaya çalıştılar. En sonunda Kenan, krala beni öldürmenin tek yolu halka açık bir meydanda sesli olarak “Bismillahirrahmanirrahim” demendir, dedi. Kral istemese de bunu kabul etti. Ardından, halk toplandı. Kral Kenan’ı tarif edilen şekilde bağladı. İlk okunu atarken içinden “Bismillahirrahmanirrahim” dedi ama ok Kenan’a isabet etse de Kenan’a hiçbir şey olmadı. Halk ve kral şok olmuştu. Kral hani ölecektin, diye bağırdı. Kenan da sesli olarak söylemedin ki, dedi. Kral bu sefer sesli bir şekilde bağırarak “Bismillahirrahmanirrahim” dedi ve oku fırlattı. Beklenen olmuştu. Kenan, Allah’ın izniyle ölmüştü. Kenan, ölürken her şey Allah’ın izni ile olur, diye seslendi ve ruhunu şehid olarak teslim etti. Kenan aslında ölmemiş, şehadet şerbetini içmişti. Kenan, şehadet şerbetini içerken birçok insanın hidayetine vesile olmuştu. Her yer “Allahu Ekber” sloganlarıyla inliyordu. İnsanlar yegâne otoritenin Allah olduğunu ve her şeyin Allah’ın dilemesi ve “ol” demesiyle gerçekleştiğini anladılar ve haykırdılar. Kral âdeta şoktaydı. Kral derin çukurlara ateşler yaktırarak insanları birbir ateşe atarak insanları hakikkatten döndürmeye çalıştı. Hatta ateşe tüm ailesi atılan bir kadın kucağında bebeğiyle ateşe atılacakken tereddüt ettiğinde bir mucize daha olmuş ve kucağındaki bebek annesine “doğru yoldan, hakikkatten ayrılma, ateşe atsalar da vaz geçme” diye haykırmıştı. Evet, bebek konuşmuştu. O kadın da atıldı ateşe!
İnsanlar ateşlere atıldığında iklim yine şimdiki gibi yağmura elverişsizdi sözde. O an öyle bir zamana denk gelmişti ki yağmurun yağması normal şartlar altında mümkün değildi o ilkime göre. Sonra ne mi oldu dersiniz? YAĞMUR YAĞDI, RAHMET YAĞDI! Tüm ateşler sönüverdi. İnsanlar, bu sıcakta yağmur yağıyor, diye haykırdılar. Tekbir sesleri şehri inletiyordu. Kral ve sihirbaz gücünü kaybetti ve linç edildi. Hakikat nuru orada tecelli etti.
İşte bu kıssa benzer şekilde ülkemizde tecelli etti. Bu zamanın bilimsel bilgisi olan meteorolojiye çok güvenip DUA’MIZA hakaret edenler fena çuvalladı. Biz elbette ki bilimi inkâr etmiyoruz. Biz elbette bilimden istifade ediyoruz ama şunu unutmuyoruz ki her şey Allah’ın takdiriyle ve “ol” demesiyle gerçekleşir. Kenan da bilimi inkâr etmiyordu. Kenan da bilimi yok saymıyordu ama Kenan her şeyin Allah’ın iradesiyle bağlantılı olduğunu biliyordu. Kenan öğrendiği bilgileri hayra ve doğru istikamete kullanıyordu. Bizler de tıpkı onun gibi düşünüyor ve inanıyoruz. Kenan ruhunu teslim ederken ne demişti hatırlayalım: “HER ŞEY ONUN (ALLAH’IN) İZNİ VE İRADESİYLE GERÇEKLEŞİR!”
Ayrıca duayı da küçümsemeyiniz. Çünkü dua bizim en önemli gerçeğimizdir.
Bir ayet: (Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır! (Furkan suresi 77. Âyet meali)
Muhammed Emin TOMBAK