KİMSE KİMSENİN YERİNİ DOLDURAMIYOR...
Göğüs kafesimizin içinde küçücük bir organdan ibaret sanıyoruz kalbi. Ama hayatta ne kadar çok şey sığdırıyoruz içine. Annemizi, babamızı, çocuklarımızı, akrabalarımızı, dostlarımızı, sevdiğimiz hayvanları… Yürek hepsini kucakladıkça ferahlıyor. Sevdikçe daha da büyüyor kalp. Hiçbir sevgi yükü ağır gelmiyor ona. Kalbe ağır gelen zaman içinde oluşan boşluklar… O boşlukların yeri ne doluyor ne de kalp yangını sönüyor zamanla. Hepimizin hayatında vardır bu boşluklar. Öyle bir boşluk ki o, ancak sahibinin yokluğuna sarılıp teselli bulabiliyorsun.
Bazen manevi anlamda darda olduğumuz dönemler olur. Hepimizin hayatında vardır böyle dönemler. Tutunacak, sarılacak, dertleşecek birini ararız. Benim en yakın dostum rahmetli Kasım dayımdı. Hep söylerim...
Elim telefona gitti birden. Rehberde Kasım Bayram adının üstüne geldim, tam arama düğmesine basacaktım ki,” Ne yapıyorsun Yusuf? Kasım dayı artık yok ki.” dedim kendi kendime. Öyle koca bir yer edinmiş ki kalbimde, boşluğu da bir o kadar derin işte. Nasıl olmasın? Neredeyse otuz yıl boyunca her gün onu aramışım. Günüm iyi geçse kötü geçse, mutlu olsam mutsuz olsam, sevinsem üzülsem hep aramışım. O da hep cevap vermiş, hep dinlemiş, hep yardımcı olmuş, hep destek olmuş.
Elim hala bu yüzden her gün gidiyor o telefona. Her gün yüzleşiyorum adı ile. Kıyamıyorum numarasını silmeye. Bakıp bakıp kapatıyorum…
Büyük bir boşluk açılmış kalbimde… Nasıl dolacak yeri diyorum? Sevdiğim tabi ki çok akrabam, eşim dostum, çevrem var ama o başkaydı. Herkesin yeri ayrı ve hiç kimse kimsenin boşluğunu dolduramıyor. Her anahtar her kilidi açmıyor yani.
İlk Ankara’ya gittiğimde çok hissettim bu boşluğu. Ankara’ya gider gitmez önce dayıma gider onun elini öperdim. Bu sefer evine gittim ama kendisi yoktu. O gece onun odasında kaldım. Hastayken ona özel hazırlanan bir odası ve yattığı özel bir karyolası vardı. Sağlığında da ben onlara gittiğimde kendi odasına geçer bana odasını ve yatağını verirdi. Benim gitme enerjim ve sevincimle kendi yatak odasında yatardı. Ölümünden sonra da ben o karyolasında yattım. Her döndüğümde aklıma dayım geldi. Oturduğu koltuk boştu ama oraya oturmaya cesaret edemedim. Aynı annemin koltuğu gibi. Onun koltuğuna da oturmaya hala cesaret edemem. Bazı insanların yeri hiç dolmuyor işte. Anne gibi, baba gibi, dayım gibi…
Yüreğimde bu boşluklar açıldıkça aileme daha sıkı sıkıya sarılıyorum. Zaman zaman arkadaşlarım beni eleştiriyor erkenden eve gittiğim için. Hakikaten saat 17.00 olduğunda ben bir an önce evime gitmek istiyorum. Yüreğimin dolu yanı acılarımı hafifletiyor bu sayede. Küçük kızım kapıda karşılıyor. “Babacığım” diye boynuma sarılıp öpücüklere boğuyor. Hanım güler yüzle karşılıyor. Tüm çocuklarla ailecek oturup yemeğimizi yiyoruz. Bu bana yetiyor. Gerçi yemekten sonra çocuklar ders çalışmak için dağılsa da odalarına o kadarlık mutluluk bile insanın içindeki boşlukların acısını hafifletmeye yetiyor. Kimse kimsenin yerini doldurmuyor ama insan sahip oldukları için şükrediyor. Sahip olduklarına daha sıkı sarılıyor.
Ah be dayı çok özledim sesini. Çok özledim öğütlerini. Çok özledim 'aynen öyle' deyip beni onaylamalarını. Sensiz şekersiz baklavayım, tuzsuz bir çorbayım. Tatsız ve tuzsuzum vesselam. Ah be ana can anam sultanım çok özledim. 'Hadi bahçede bir çay içelim' lafını. Çok özledim ellerini havaya açıp ettiğin hayır dualarını. Çok özledim kokunu, sesini, başımı okşamanı. Ne desem boş. Allah’ın bir bildiği var. Allah geride kalanlara can sağlığı ve uzun ömür versin.
Kalın sağlıcakla...
Prof Dr. Yusuf KALKO