Hikâye
Kedicik dostuydum önceleri. Ta ki Güneydoğu deprem günlerinin dördüncü gününe kadar...
Aslında, o adavete sebep olan günlerde, sağ olsunlar bizi ısrarla davet etti Sadreddin Bey, dünürümüzün Konya'daki kullanılmayan evindeki 7. günümüze kadar.
Sabah vakti; mutfak penceresinden yığın yığın kar birikintileri görünüyor. Çam gövdeleri ve kurumamış iğne yaprakli dalları üzerinde sessiz nağmelerine devam ediyorlar.
Bir güzel Sani'in sanat eseri karşısında denilmesi tavsiye edilen:
" Maşaallah, barekallah, sübhanallah..." kelimeleri döküldü ağzımdan.
Sabah namazıni Bosna semti merkezindeki Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. Camiinde kılmış, karşısındaki pastane - fırın karışımı erkenci esnaf bahtiyarlığından kahvaltı ekmeğimizi almış; otomobilimle - hava buz kesiyordu çünkü- uzun olmayan mesafeyi tüketip eve gelmiştim.
Apartmanın isim levhasına bakıp ilk gördüğümde dediğim gibi:
" Ne manalı tevafuk." demişim yine. Levhada 17 Ağustos Apartmanı yazıyordu. Biz Güneydoğu depreminden uzaklaşmak veya güvende olmak için mesafeyi arttırırken karşımıza çıkan, bir başka büyük depremi hatırlatıcı isimdi.
Şöyle bir tefekkür edince bu durumun, nereye kaçarsak kaçalım, Rabbim isterse eğer bizi sallayabileceğini haykırıyordu sanki. "Ecel birdir, tegayyür etmez." hakimane sözüyle " Külli nefsün zaikatül mevt..." ayetindeki manayi alemin ufuklarında sayhalandırıyordu; beli...