Vehim yol kesici azgın harami; her türlü şahsiyetin elini soğutan. Ve en, en acısı ‘derinden ve saman altından’ süzülen endişelerin elini kuvvetlendiren!
Bilinir; o da iyice… Peşin fikir ve kimbilir hangi ‘lümme’lerin iteklemesiyle orta yere sürülen kuruntu ve zann, ‘kendini insan bilen insan’ın hangisine yakışır? Öylesi bir hadiseye zemin hazırlamak bir nefs hilesi.
Öyle ya; ‘tantanasını bozan’ sivrisineklerin nicelerine tebelleş olup onları “ızrar’ etmesi sevimli bir hal değil. Ya onların yuvalanma vasatı bataklıklar birer tenezzüh yeri mi sayılmalı?
Birincilerin kabahatları, o batağın yerli yerinde durup ona buna tafra atması yanında ne ki! “İfrat tefriti netice verdiğinden daha muzır” hikmeti ne aşikâr.
Ümit ve yeis… Açığın en açığından, koyunun en koyusuna her anımızın ‘kıymetlendirilme nispetince’ değişik çehreler gösteren hadise, kişiden kişiye, gönülden gönle ve himmetin cücelik ve yüceliğine göre insana kaydırak oynatabilir pekala. Ama hangisinin yol açıcı olduğu da dedihi.
Şevk verir ‘fıtratı müteheyyic’ insanlara; ona ne şüphe… ‘Meselenin künhüne vakıf’ kimseler üzerindeki tesirini tartışmak bile abes. Öylesi bir ‘matiyye’ sırtına veya kamçısına her daim muhtacız.
Nicelerine yol vermemeyi dileyen sürü sepet yokuş ancak onunla aşılır, nihai hedefe erdirici istikamet geçidi üstüne dikilmiş ‘suret-i haktan görünen’ kahredici kaya kütlelerinin çevresinden dolanarak pek güzel ve yerinde bir müspet tavırla sıyrılır, yol çatlarına mayın benzeri ve ayak kaydırıcı tortuları, birer Ferhat sabrıyla biteviye devirir…
“Vur kazmayı dağa Ferhat,
Çoğu gitti, azı kaldı.
Kişne kırat, kişne kırat,
Çoğu gitti azı kaldı”
diyerek çilesini sayhalaştıran Şair-i Azam’ın anlatmasına layık olanları sadece tek bağ durdurabilir; ayaklarına umutsuzluk çamurunun yapış yapış ‘sıvaştığı’ malum bataklık tebelleş olmasın bir; devrilip gittiğinin resmidir.
“Kuşku nere, yeis nere?” demeyin! Biri diğerinin neticesi, öbürüyse diğerinin kaynağın başı. Herkes diğerinden çekinirse, yani “emniyet tesis edilmez”, herkes herkese karşı hüsnü zandan uzaklaşırsa ‘yokuştan düze’ nasıl çıkar bu millet?