Evet bu haftaki köşemi Saint Joseph mezunu olan, lisede Genç Kalemler ile sayısız deneme yazıları olan bir gencimizin bakışına bıraktım. Bu genç kız, benim 22 yaşında, şu anda Bilkent’te Burslu okumakta olan ve daha çok yolu olan, yeni jenerasyonunun bir temsilcisi, benim de ister farklı düşünsün ister aynı düşünsün, her zaman desteğimi arkasında göreceği, ilk evladım, kızım Esra Sümbül Peşker. Evet, kızımla övünüyorum. SJ’de okumaya başladığı zaman, bulunduğum parti dolayısıyla çok eleştirilmiştim. Fakat yine ben haklı çıktım, körü körüne bir evlat yetiştirmemiş oldum. Fransızca, ingilizce, İtalyanca, İspanyolca ve Kazakçayı farklı seviyelerde, en az üçünü ana dili gibi konuşan ve yazan, bu vatana millete yararı olacak bir birey ortaya çıktı zamanla. Bizim böyle geniş perspektiflerden bakan yeni gençlere ihtiyacımız var. Her ilde bir üniversite açıp ellerine diploma vererek gençleri topluma kazandırmak mümkün değil. Üniversite mezunu olmanın bu kadar basite indirgenmemesi gerekir. Kalifiye ve açık görüşlü, sesi çıkan, güçlü, kendini bilen ve işinin ehli gençlik gerekli. Bu tip gençlerimizin de onlarca üniversiteye rağmen çoğunlukla ekol olarak eğitim veren üniversite ve liselerden çıktığını görüyoruz. Ekol eğitimi aldıkları için, kültürle, özgüvenle, özsaygıyla büyüyor ve ona göre hareket ediyorlar. Onları görünce umudum bu millet için artıyor. Biz siyasilere ve aydın geçinen çıkarcılara, yanlışınız çok, biraz da bizi dinleyin diyor:
“Günümüzün en büyük sorunlarından biri yerel değerlere mevcut siyasi partilerin yahut belediyelerin yeteri kadar destek vermemesidir. Buna yerel futbol, yüzme, tenis takımlarından yöresel yemek ve eşyalara varan geniş örnekler verilebilir. Sırf bu yüzden kaybolup giden veya başka ülkeler tarafından sahiplenilen bir sürü değerimiz var. Orijini bu topraklar olmasına rağmen yeteri kadar sahip çıkamadık.
Arkeolojik alanlardaki kazılar da buna örnek olarak verilebilir kanımca. Bilim, sanat ve kültür üstüne düşülmesi gereken alanlar olduğu halde hükümet dahi bu konuda yeteri kadar teşvikler ve destekler vermekten geri kalıyor. Alman ve Fin hatta Danimarkalı bilim adamları genel olarak arkeolojik kazılarla ilgilenen taraf oluyor. Bizlerin topraklarında büyümüş bu işin ehli insanlara yeterince değer vermiyoruz ki başkalarına inceleme ve gelişme şansı çıkıyor. En basitinden bu topraklarda olmasa bile tarihimizde fazlasıyla önemli olan Orhun Kitabelerinin çevirisini bir Danimarkalı yaptı vakti zamanında. Çocuklarımızı bu bilinçle büyütemiyoruz çünkü insanlarımız bu bilince sahip değiller. Tam da bu sebeple uygulanan herhangi bir yanlış politikaya, konu bazında tepkilenmekte yetersiz kalıyoruz.
Var olmuş ve var olmaya devam eden en eski ve en güçlü kültürlerden biri olan Türk ve Anadolu kültürü, bizim korumamız gereken ve tanıtmamız gereken şeylerden. Öyle eksik kalıyoruz ki, İtalya’da Vatikan kütüphanelerinde hakkımızda yazılı belgeleri çevirebilecek kalifiye tarihçi sayımız çok az. Bize dış taraflardan gelen herhangi bir suçlamayı düşürebilecek belgelerimiz varken asla kullanamıyoruz çünkü hakim değiliz. Ermeni Tehciri bunlardan yalnızca biri.
Diyeceğim o ki ülke yönetmek, camii yahut yol yapmaktan daha ileri ve daha çetrefilli bir iştir. Somut ve fiziki değerlerden ziyade, materyalist düşünmemek gerekir tam bu noktada, soyut ve manevi değerlerimizi de yönetebilmek, ilerletebilmek gerekir. Sanat, bilim, teknoloji ve benzeri birçok alan olmadan bir millet hiçtir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konu üzerinde de benzer bir söylemi vardır. Böylesine güçlü kültürü olan bir milletin niçin bunlara bu kadar sessiz ve kör kaldığını anlamak benim açımdan mümkün değil.”
İşte genel hatlarıyla böyle dillendirmiş düşüncelerini.
Ben de dilerim ki her şey zamanla daha iyi noktalara evrilir ve ecdadı kadar hassas bir millet haline geliriz.
Allah’a emanet olun.