Çin’in Hubei eyaletinde yer alan Wuhan şehrinde , Aralık 2019’da ortaya çıkan Covid-19 salgını , zamanla tüm dünyayı etkisi altına almaya başladı. Türkiye’de de Mart 2020’de ilk vakalar görüldü. Bir takım kısıtlamalar , karantina süreçleri , maske -mesafe-hijyen kuralları ile salgının yayılma hızı azaltılmaya çalışılmakta. Halen devam etmekte olan bu salgın süreci , alışık olduğumuz yaşam standartlarının ötesinde bizleri , yeni dünya düzeni ile karşı karşıya getirdi.
Hayatı eve sığdırdığımız bu günlerde , salgının ahvâli gereği ; birçok ruhsal , maddi , manevi sıkıntılara dûçâr olduk. Yaşantımızı evlerle sınırlandırmak ve bu sürece adapte olmak , bizleri bir hayli meşakkatli bir yolda yürümeye , bu yolda azim , irade ve sabır göstermeye sevk etti.
Birde bu yolun daimi yolcuları , ömrü bir karantinadan ibaret olan , bütün hayatlarını eve sığdıran bir kesim var! Onlar , her ne kadar bu süreçlerle hemhâl içinde olsalar da ; var olan imkanlarının daha fazla kısıtlanması hasebiyle , ikinci dönem karantina süreci yaşıyorlar.
Onlar ; bedensel , zihinsel ,ruhsal , sosyal , duyusal ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmeleri nedeniyle engelli kalan , yatalak hastalar ve onlara bakmakla mükellef hasta yakınları. Her dem , ümit deryasında tahayyüllerini gezintiye çıkaran , bir gün pencereden , solmuş çiçeklerin açışını seyredecekleri günü bekleyen , karanlıklar içindeki ışık huzmesini objektiflerinde görmeyi arzu edenler. Peyami Safa , Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda ; “ Beklemesini onlar kadar bilen yoktur. “ derken ‘bekleme sanatına’ münhasır bir hayatı yaşamaya vâkıf olduklarını ne de güzel ifade etmiş. Gecenin zifiri karanlığında , gündüzü bekler gibi sıhhati bekliyorlar. Cenâb-ı Hakk’ın , ‘şafi’ ismi şerifine nail olmayı bekliyorlar. Tüm dünyanın bir gün bu salgın hastalıktan ve salgın hastalığın getirdiği karantina , kısıtlama ve kurallardan düzlüğe çıkmayı beklediği gibi onlarda ; ömürlerinin karantinasından selamete erişecekleri iki cihan saadetlerini bekliyorlar. Kendilerine uzanan bir şefkatli el bekliyorlar. Ki uzatırsan onlara elini , senin de elini tutan olur biliyorlar. Yalnız bırakmayanların , yalnız kalmayacaklarını , dualarının içtenliği ile öğretiyorlar! Pencereden odaya sızan güneş olarak görüyorlar sağlık çalışanlarını. Onlar için en güzel aydınlık güler yüzle yazılan reçete ! Çünkü dermanı , sadece ilaçta değil vefada arayanlar ve bulanlar onlar.
Hem hastalar hem de hasta yakınları , salgın döneminde , alışık oldukları bir dünya düzeninin içindeler. Nihayetinde hasta , sağlığı el vermediği için ; hasta yakını da hastasına bakmakla sorumlu olduğu için kısıtlı bir hayat yaşayarak , tüm dünyayı evleri belliyor ve kendilerini her an karantina altında hissediyorlar. Buna mukabil ; imkanları doğrultusunda kendi küçük dünyalarının karantinasından , bir nebze olsun başlarını dışarı çıkarma imkanları da kısıtlandığı için ruhsal olarak daha zor süreçler geçiriyorlar. Kısıtlı yaşam koşullarında , bir saat evden dışarıda nefes alabilmenin değerini ve şükrünü onlar en derinlerinde yaşayanlarımız tartışmasız.
Belki de bu süreçte kurallara riâyet etmeyen , salgını ciddiye almayan insanlara ne kadar incinerek bakıyorlar ! En önemli vârisimiz olan ‘sağlığımızı’ koruma maksadıyla evde durmaktan sıkılmış , sosyal hayattan geri kalmış olanların bıkkınlığını gördükçe kim bilir çehrelerine nasıl acı bir tebessüm konuveriyor. Ne dersiniz ?
Bir tarafta salgına karşı bir hayli umarsız , ‘bana bir şey olmaz’ diyen bir kesim bir yanda da hem kendi sağlığını tehlikeye atmaktan endişe duyan hem de ‘taşıyıcı olabilirim’ düşüncesiyle sevdikleriyle arasına mesafe koymak zorunda kalan sağlık çalışanlarımız ve kronik hasta yakınları. Birde ; her gün korkutucu vaka ve ölüm tablolarını yataklarında dinleyen ve seyreden hastalar.
Divan şairlerimizden Sabit , “ Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir? / Mübtelâ-yı gâma sor kim geceler kaç saat” yani “En uzun geceyi ;işi onu hesaplamak olan müneccime (yıldız falcısı , astrolog ) ,
muvakkite (vakit uzmanları ) sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gâma tutulmuş olana sor. “ Amâ olan bilir görme nimetini , yürüyemeyene sor yürümenin şükrünü , konuşamayanın gözlerinden hâl dili ile anla konuşabilmek nasıl eşsiz bir nimet imiş , duyma yetisine mâlik olmayan anlatsın sana kuşların cıvıltısındaki , akan suyun şırıltısındaki tefekkürü. Evleri hastane olan , hastanelerin o ilaç kokulu koridorlarını , evlerinde ân be ân yaşayanlar bilir yağmurdan sonraki toprağın nefhasını. Ve’l-hâsıl ; her gün defalarca Covid-19 ve sâir hastalıkla mücadele edenleri sosyal medyalarda konuşturmak ne kadar da yerinde olurdu. Olur ya bir kişi ibret alır , sonra bir başka kişi derken cihân-şümûlün tedbiri ile ber-taraf olurdu bu felaket. Nitekim ; “Hekimden sorma , çekenden sor” demişler. Sanma ki sana uğramaz hiçbir hastalık ! Berât almadık doğarken , musibetler bizden ırak olsun diye !
Sözün özü Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’nden gelsin o vakit :” Senin vücudun taştan , demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkîb edilmiştir.Gururu bırak , aczini anla, mâlikini tanı , vazifeni bil , dünyaya ne için geldiğini öğren.”
“Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibidir.” (Maide,32) ayeti çınlasın kulaklarımızda inşallah.
Hepimiz birer engelli ve engelli yakını adayıyız. Allah (c.c) öncelikle kalp engelinden muhafaza buyursun ve hastalıklardan korusun. Tüm ölmüşlerimize ve Covid-19 salgınında hayatını kaybedenlere Cenâb-ı Allah’tan rahmet , salgınla ve sâir hastalıkla mücadele eden hastalara şifa , başta sağlık çalışanlarına ve hasta yakınlarına da kolaylık ve sabırlar diliyorum.
“Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen “
Zira ; “ Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi , olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.”