EZÂN-I MUHAMMEDÎ -1-
Ezân-ı Muhammedî, Türk din mûsikîsinin bir kolu olan câmii mûsikîsinin içinde yer alan, İslâm âleminin varlığının simgesi, ilâhi çağrıya namzet ve davet buyuran, Müslümanların şiârı ve şeâiridir. Sözlükte, “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” manasında bir mastar olan ezân, terim olarak, “farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı” ifade etmektedir. .
Ezân-ı Muhammedî'miz, kâinatın tüm zerrelerine “İlâhî davete icabeti”, ilk kez 15 Haziran 622’de Medine’de telkin etti. Kâbe-i Muazzama'da ise ilk ezân Mekke’i Mükerreme fethedildiği gün 30 Ocak 630’da, Resûlullah (s.a.v) tarafından Kâbe-i Muazzama’daki putlar bizzat temizlendikten sonra okundu. Bilâl-i Habeşi, ezân-ı hem Mekke’de hem de Medine’de, o gönülleri mest eden, huşûsu ile ruhları titreten güzel, tiz ve gür sesi ile cihân-ı âleme terennüm etti.
Tevhid inancının akidesi ve Amentüsü, nübüvvetin nişanesi, kurtuluşun ahiret mutluluğunda olduğunu, her dem kalplerde dipdiri tutan Ezân-ı Muhammedî’ye bu ülkede tam 18 yıl prangalar vuruldu. 30 Ocak 1932 tarihi ile rücu eden, ömürden ömür gittiği, nefeslerin kesildiği, kan kusulduğu, kanlı zulümlerin, zulmetlerin, işkencelerin âşikare yaşatıldığı, Müslüman tebaasının ve Âlemi İslâm’ın güneş görmeyen karanlık günleri, zindanlardaki Yusuf’un alâmeti, Ebu Cehil’in zamanının hâlet-i rûhiyyesinden de kerîh ezânsız geçen, gözyaşlarının çağlayanlar gibi aktığı, katı ve şedid kuralların hüküm sürdüğü koskoca 18 yıl...Ta ki; hürriyet ve demokrasi aşığı, vatan sevdalısı, istiklâl madalyalı, ezân kahramanı; Ali Adnan Menderes’in, başbakanlığını yaptığı Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle karanlık günlere güneşin doğduğu, ıstırap gözyaşlarının yerini sevinç gözyaşlarının aldığı 16 Haziran 1950 tarihine kadar. Adnan Menderes, ezân karşısında gösterdiği sebâtı, metanetli duruşu, iradesi, dirayeti, kararlılığı, kat’î ve keskin tavrı ile vazgeçmeyeceğini söylediği bu davasından asla taviz vermeksizin, ezânı aslî hâline getirdi getirmesine lâkin; davası uğruna da canından oldu, ezan şehidi olarak gönüllerde ve en kalbî duâlarda yer etti.
Bir yerde ezân varsa orada bağımsız ve hür olarak varlıklarını sürdüren Müslümanlar var demektir. Nerede ezân varsa oradaki çoğunluk, İslâm dinine bağlı insanlardır. Müslümanlar yeni doğan çocuklarının sağ kulağına ezân, sol kulağına da kâmet okurlar. Çocuğa kendi isminden önce, ezân ile telkin edilen; Allah’ın (c.c) varlığı ve birliği, Hz.Muhammed’in (s.a.v) peygamberliği, namaz ve İslâm’ın temel esaslarıdır.
Ezân okunurken çocuğumuza, “Bak Allah Allah” , “Amin” deriz. Allah lafzıyla ezânı aşılarız evlatlarımıza, ezânla büyütürüz onları farkında bile olmadan. Farkında olmadan çünkü ezânla bir bütündür Müslümanlar. Yine dışarıya oyun oynamaya çıkan çocuğumuza; “akşam ezânı okununca gel!” deriz. Bakkal amcaların “kepenk kapama” vakti gibidir akşam ezânı anne-baba için. Çocukların diline de pelesenk olmuştur. “Annem akşam ezânı okununca gel dedi, gitmezsem kızar sonra!” dediklerini duyar, ince bir tebessüm kondururuz çehremize. Yahya Kemal’den gelsin hâlin ahvâli:
“Biz ki minâreler ve ağaçlar arasında ezân seslerini işiterek büyüdük. O mübârek muhitden çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında aynı millete tekrar dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezânsız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar!”
Bediüzzaman Said Nursî, ezân bahsini ve ezanın hikmet ve fâidelerini; “Ezânın fâidesi, yalnız bir köy ahalisini namaza davet değil, belki kâinât sarayında mevcudata karşı umum mahlûkât namına bir İlân-ı Tevhid... Meselâ biri dese: ‘Ezânın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır; şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir.’ Hâlbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı verse; acaba nev-i beşer namına yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-ı kâinâtın netice-i uzması ve nev’-i beşerin netice-i hilkat-ı olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i ilahiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?” ifadeleri ile izah buyurmuştur.
Rotamızdır âdeta EZÂN. Ezân saatine göre yön veririz yapacağımız tüm işlerimize. Meselâ bir yere, birisiyle gidecek isek; “ İkindi ezânından sonra gelirim” deriz. Ezân Müslüman için vakittir, saattir. Ezân şaşırtmayan yol güzergâhıdır. Ezânı duyunca çeki düzen veririz kendimize. Yatıyorsak kalkarız, bacak bacak üstüne atmış oturuyorsak toparlanırız. Televizyon seyrediyor, bir şeyler dinliyorsak sesini kısarız. Sonra içimiz rahat etmez tamamen kapatırız sesi. Konuşan kişiye, “ezân okunurken konuşulmaz ninem öyle derdi, sus bakalım” deriz. Ezân islâm dünyasında, saygıdır, sevgidir, edeptir, hayâdır. Ezânsız geçen günün ne demek olduğunu, yurt dışında ikamet edenlere sormak elzem. Onlar bilirler hasretin manasını.
Manevi değerlerimizin temel taşı, hem namaza hem de İslâm’a çağrı olan Ezân-ı Muhammedî uğruna bu topraklarda nice kanlar döküldü. Dökülen kanlar ile akıtılan gözyaşları birbirine karıştı, sel oldu aktı yüreklerin en derinlerine. Dünyanın dört bir bucağında, her an, her dakika arş-ı a’lâyı selamlayan ezânımızda alın ve ecel teri, uğruna kıyılan canlar, feda edilen başlar var. Peki, Allah’ın bir ihsânı ve lütfu, Hz. Bilâl’in (r.a) kâinatın başını döndüren sesiyle okuduğu, 18 yıl boyunca Allahü Ekber nidâlarına hasret kalınan, Ali Adnan Menderes ve yol arkadaşlarının idamına neden olan Ezân-ı Muhammedî’mizin günümüzde ne kadar hakkını verebiliyoruz? Ezânla aramıza set mi çekiyoruz? Bu soruların cevabına bir sonraki yazıda değineceğiz inşâAllah. Kalın sağlıcakla...
İLKNUR ESKİOĞLU