“Bana ne?”
“Sana ne?”
Kim ne niyetle dilimize bu gereksiz ifadeleri yerleştirdi anlamakta zorlanıyorum, ama iyi niyetle olmadığı kesin.
Bu iki kavram hayat kalitemizi düşürmüş, yanlışa karşı sessiz kalmamıza vesile olmuş, kötü niyetli insanların meydanda daha rahat at oynatmalarını sağlamıştır.
Aslında her şey beni de seni de ilgilendiriyor. Hem dinimizin emri değil mi? Ortada bir kötülüğü görseniz durumunuza göre elinizle ortadan kaldırın, yapamıyorsanız dilinizle aleyhinde konuşun, eleştirin, kötü bir durum olduğunu dillendirin, onu da yapamıyorsanız kalbinizle günü gelene kadar buğzedin, ki o da imanın en zayıf noktasıdır. Onu da yapmayanın hardal tohumu tanesi kadar bile kalbinde iman yoktur.
İşte size imanın bir ölçüsü, Mü’min misin? Değil misin? ona göre kendini yokla.
Hal böyle olunca;
Ortada bir haksızlık varsa,
İyi çalışmayan kurum ya da kuruluşumuz varsa,
Kazara atanmış yanlış yapan bir mülki amirimiz varsa,
Kamu çalışanına günün şartlarına göre yeterli bir ücret verilemiyorsa,
Seçim beyannamesinde verdiği sözleri yerine getirmeyen bir iktidar varsa,
Toplum ahlaki bir yozlaşma içindeyse,
Ülke iyi yönetilemiyorsa,
“Bana ne?” deyip sırt üstü yatamazsınız. “Sana ne?” deyip çalışan, gayret eden bir vatandaşın motivasyonunu kıramazsınız, nitelikli bir vatandaşa bu yakışmaz.
Bu mücadelenin yolu da örgütlü toplumda geçiyor.
Başta dernekler ve vakıflar olmak üzere, sendikalar, odalar bu konuda çalışmalar yapmakla yükümlüdürler. Ayrıca Platformlar ve İnisiyatifler de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Bir dernek hazırladığı tüzüğü çerçevesinde çalışma yapmakla yükümlüdür. Birçok derneğin tüzüğüne bakıyoruz fevkalade iddiali şeyler var içinde; ama icraatta karşılığını bulamıyoruz.
Bir de kimi dernekler var şahıslarla anılıyor, yönetimi de hiç değişmiyor, böyle oluşumlardan uzak durmak lazımdır diye düşünüyorum. Halbuki derneklerini tüzüklerinde belirttikleri gibi rutin aralıklarla kongre yapmaları ve yönetimini yenilemeleri lazımdır.
Kısacası Sivil Örgütleme açısında halen bir acemilik çekiyoruz, maalesef bir siyasi partinin arka bahçesi olmaktan hala pek kurtulamadık.
Demokrasisi gelişmiş toplumlarda Sivil Toplum çalışmaları bayağı saygın ve dikkate değerdir.
Hatta kimi iş adamı, “ben vergimi sivil topluma verilmesi şartıyla ödüyorum” diye maliyenin harcamasına şerh dahi koyabiliyor.
Sivil toplumun verimli çalışmalar yapması işini gönüllü yapmasından kaynaklanıyor, yani beş liralık işi bir liraya yapabiliyor hem de daha iyi yapıyor.
Ama ülkemizde daha o konuma gelmedi. Sivil Toplum Örgütleri üzerinde geçimini sağlamaya çalışan, rant elde eden kimseler de vardır.
Gözü, şu kalitesiz siyasette olan kimseler de yok değil.
Dolayısıyla Sivil Toplum-Kamu iş birliği de pek sağlanamıyor. Kamu yöneticilerinin bir kısmı hala burnundan kıl aldırmıyorlar.
Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle “zaman şahş-ı manevi zamanıdır” yani bir hedefe ulaşmak için kişi tek başına mesafe kat edemez, ancak bir sivil toplum kuruluşu olarak varlığını hissettirebilir, düşüncesini dile getirebilir.
Allah rızası için çalışması şartıyla Dernek, Vakıf, Sendika, Meslek Odaları çalışmalarına katılmak sevap olduğuna inanıyorum. Varsa tahsis edilen bir ücretin de helal olduğu kanaatini taşıyorum, günün şartlarına göre abartılı olması kaydıyla.
Bu tür oluşumların faydaları saymakla bitmez, ama yazı uzar diye onu başka bir yazıya bırakıyorum, beni mazur görün.
Şimdiye kadar üye olduğum, yönetiminde bulunduğum oluşumlara elhemdulillah faydam dokundu, zararım olmadı. İnşaallah Memur ve Emekliler Sendikası Konfederasyonunun (MESK)’in sorumluluğunu taşıdığım sürece aynı tarza hatta bir adım daha öne çıkarak vazifemi layıkıyla yapmaya gayret edeceğim.
Bu münasebetle “Sivil Toplumun Gönüllü Erlerine Selam Olsun” diyor MESK’in hayra vesile olacak faaliyetlerde bulunmasını diliyorum.
Selam ve selametle kalın.
“Birlikte daha güçlüyüz”