Ötelerden bir kadın bize hayatımızın dersini verdi.
Çok ötelerden, dünyanın diğer bir köşesinde, denizin orta yerindeki küçücük adalardan.
Müslüman olmayan bir kadından biz Müslümanlar olarak hepimiz insanlık dersi aldık.
Ve öğrendik ki Müslüman olabilmek için önce insan olmak gerekirmiş.
Öyle beylik nutuklarla, kavgayla, ayrımcılıkla, ırkçılıkla Müslüman da, insan da olunamazmış.
Aslında Yeni Zelanda’daki o terör saldırısından sonra, bir kadın başbakan tarafından böylesine bir insanlık dersi alacağımızı hiç de ummazdık.
Çünkü biz ders alan değil, ders veren insanlardık.
Tam da kavgaya, ötekileştirmeye, rakiplerimizi kırıp geçirmeye, her türlü hakarete layık görmüşken.
Tam da bizim gibi düşünmeyenleri tehdit, korku ve ihanetle susturmaya alışmışken.
Bu Anadolu topraklarının en çok dostluk, kardeşlik, barış, beraberlik ürettiğini unutmuşken.
Bütün batıyı, batılıları, yabancıları, farklı din sahiplerini ezeli ve ebedi düşman görmeyi özümsemişken.
Bir kadın çıktı ötelerden.
Ölüm karşısında ondan, şundan, bundan, bizden demeden o yiğit duruşuyla.
Dünyaya şefkati, merhameti, samimiyeti öğretti.
Tam da terörün istediği korku ve tehdit karşısında başka bir dinden insanlarla dayanışması, yaklaşmasıyla.
Çatışmaya, kavgaya, düşmanlığa pirim vermemesiyle.
Biz Müslümanlara İslam’ın özündeki diğerkâmlığı, sevgiyi, muhabbeti öğreterek.
Hiç inkâra, gözümüzü kapamaya, amalarla geçiştirmeye mecalimiz yok.
İslam alemindeki kinlere, nefretlere, düşmanlıklara, ötekileştirmelere birazcık baksak yeter.
Şimdi ağlamak zamanı.
Jacinda Ardern kadar insan değiliz biz.
Jacinda Ardern kadar Müslüman değiliz
O bize her dinden, her ırktan, her cinsten insanla kardeş olabileceğimizi öğretti.
Kadınca bir duruşla erkeklerin savaş meydanına çevirdikleri dünyaya, siyasete; farklı, alternatif bir seçim olabileceğini gösterdi.
Siyasetin kavga, ayrışma, düşmanlık, kin, nefret, ötekileştirme olmadığını öğretti.
Ardern’in olay sonrası duruşu, samimiyeti, o başörtülü haliyle Müslüman kadınlara öyle bir sarılışı vardı ki…
İşte bu genç kadının başka bir dinden de olsa, ağlayan bir kadına o gözleri kapalı, mahzun sarılışı dünyamızda yeni bir çağ, yeni bir düzenin kapılarını açmaya muktedirdir.
Biraz başımızı ellerimizin arasına alıp düşünsek kâfi.
Yetmedi mi yüzyıllardır baskılar, zorbalıklar, savaşlar, ölümler.
Her türlü ırkçılığın, taassubun, bağnazlığın Müslümanları, dünyayı getirdiği yeri görmüyor muyuz.
Denizlerde boğulan gencecik kızlar, minicik yavrular da vicdanımıza hiçbir şey anlatmıyor mu?
Bunca insana, bunca ezilen yüreklere, bunca gözyaşına kayıtsız kalmaya devam mı edeceğiz?
Bir zamanlar dünyanın arenası olan Avrupa uyandı, yüz yıl savaşları, iki dünya savaşından sonra akıllandı kendi iç barışını, adaleti, özgürlüklerini sağladı.
Ya biz Müslümanlar?
Düşmanlıklara, savaşlara, ötekileştirmelere, kin ve nefretlere daha kaç yıllar boyu devam edeceğiz?
Biz hakka, hukuka, adalete, barışa, kardeşliğe layık değil miyiz?
Olmuyor, böyle olmuyor. Bunu anlamamız için daha kaç milyon kişinin ölmesi gerekli?
Jacinda Ardern’den öğreneceğimiz çok şey var…
Önce biz Müslümanız, üstünüz, bize bizden başkası düşman hikâyelerini bir kenara bırakmalıyız.
Adımızın Müslüman olması Kur’ani bir hayat sürdüğümüz anlamına hiç gelmez.
Ardern’den başkalarını dinlemeyi, başkalarının acılarını paylaşmayı, kim olursa olsun mazlumla beraber olmayı öğrenmeliyiz.
Ardern’den önce insan olmayı öğrenmeliyiz.
Şefkat peygamberi, özgürlük, barış, kardeşlik peygamberi Hz. Muhammed’den öğrenemedik, bari Ardern’den öğrenelim.
Jacinda Ardern bütün dünyada, özellikle de İslam aleminde insanlığın ideolojilerden önce geldiğinin merhamet yüzü olabilir.