Şunlara bak şunlara askere mi gidiyorlar yoksa düğün alayının önden giden cazgır takımımı. Nedir bu palyaçoluk?
Neden bu arkadaşlar böyle deliler gibi eğlenip askere giderler? Neden böyle sarhoş ve keş bir durumda yollara düşerler? Niçin baba? Neden baba? Varmı böyle içkili şekilde insanları rahatsız, insanları gergin, insanların sinirlerini tepesine çıkaracak hal ve hareketler ile kutsal ocağa, peygamber ocağına asker göndermek. Hani bunlar dedelerinin torunları idi? hani bunlar Fatih'lerin torunları idi? Nasıl böyle bir serkeşlikle atalarının ruhlarını rencide ediyorlar ha baba, neden? Bunları taa ne zaman sormuştun değilmi? Henüz ortaokul talebesi iken sorduğun bu soruya Bende İman, iman, iman… evlat demiştim. Evet, aynen bunları konuşmuş ve imanının ne kadar önemli bir unsur olduğundan bahsetmiştim. Yola düşmeden bir gun önce, tıpkı annesinin Çanakkale’ye askere uğurladığı Hasan’ı gibi biz de senin ellerine kına yakmıştık. Neden mi? Hani bir gün öğretmenin Çanakkale için ders vermiş ve sizi Çanakkale Destanı’nda en çok etkileyen ne oldu onu yazın diye verilen bir dersin olmuştu. Hatırlıyorsun değil mi? Gel bir kez daha o yaralı ananın güzel yazısını hatırlayalım ve canlarını bayrak için, toprak için, vatan için veren kefensiz şehitlere, şehitlerimize bir Fatiha gönderelim ne dersin evlat, ha ne dersin?
Yavrum, Hasan’ım, kınalı kuzum, mektubun geldi. Sanki dünyalar benim oldu. Köy kâtibi okudu, ben ağladım. Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babanın yarısıdır. Sakın ola yavrum kumandanının emrinden çıkma, önünden aykırı geçme. Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten, Adana’dan, Uşak’tan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi geçinirmişsiniz. Elbette öylesi yakışır yavrum. Onlar senin dünya ahret hakiki kardeşlerindir. Sakın onları incitme yavrum. Sütümü helal etmem. Kumandanın saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilmeyecek ne varmış ki yavrum? Bizim burada Allah için kurban seçilen koçların başını kına ile süslerler. Ben de dört kardeşin içerisinde en çok seni sevdiğim için seni Hz. İsmail’e kardeş seçtim. O da kurban edilmek istendiğinde kınalanmamış mıydı? Yavrum! Kıyamet günü mahşer yerinde o kına senin işaretin olacak. O kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrıma basacağım. Anan Hatçe
Kınalım.
Kınalı kuzumuzu evimizin önünde hocanın duası ile tekbir çekerek askere yolladığımızda içimizde büyük bir mutluluk, büyük bir gurur vardı. Zira evladımızı askere gönderiyorduk. Bundan daha büyük bir mutluluk, sevinç olabilir miydi acaba? Dualar ve tekbirler ile yola çıkmış ve birliğine beraber el ele, baba oğul olarak gitmiştik. Nizamiye kapısına geldiğimde “Haydi bakalım evlat! Benden bu kadar. Bundan sonra önce Allah’a sonra da komutanlarına emanet ediyorum.”demiştim. Demiştim de nasıl demiştim? İnan evlat, yüreğimin bir parçası da o gün nizamiye kapısında seninle beraber kalmıştı. Neydi bu içimde kopan parça? Sanki aylar sonra olacak olan bir ayrılığın habercisi gibiydi? Heyhat demek ki oymuş be evlat, oymuş. Anlayamadık, anlayamadım…
Hanım, içimde çok büyük bir sıkıntı var. İçim içime sığmıyor. Sanki kötü bir haber alacakmış gibi bir durum var. Dışarı çıksam da gökyüzüne ellerimi açsam ve “Ey yıldızlar, ey karanlık gecenin sahibi, ey güzel Rabbim! İçimdeki sıkıntıyı gider, ferahlık ver.” diye bağırasım var. “Allah hayra çıkarsın.” demiştim de arkasından o gecemizi, ruhumuzu karartan o haberi almıştık. Telefonun zili acı acı çığırıyordu. Neydi bu kadar gecenin bir yarısında barım barım bağıracak. Açmıştım açmasınada... gecenin bir yarısında evimizi, ocağımızı gecelerimizi karanlik bir kuyuya atan kara haberide almıştık. Ahizenin gerisindeki tok lakin ne diyeceğini bilen ses “Hocam, Yakup’u rahatsızlığı için hastaneye yatırdık. Yarın sizi de hastanede bekliyoruz.” sözü ile dünyamı, dünyalar mı yoksa gök kubbemi başımıza yıkıldı bilmiyor bilemiyorduk.
Komutanın sözünün gerisi gelmeden, “Ne oldu, nesi var, önemli bir şey mi var? Niçin açıklayıcı bilgi vermiyorsunuz?” diyordum da bunu sadece ben duyuyordum. Sabah nasıl oldu bilmiyorum. İlk uçakla senin yanına gelmiştim. Gerçekle karşı karşıyaydık. “Hocam, Yakup eğitim sahasında geçirdiği bir kaza neticesinde yoğun bakımda.” diyen komutanın son sözleri kulağımda yankılandı da kalbimde kocaman bir yara oldu. Artık yanındayım evlat. Şu an beni gördüğünü biliyorum. Ben ise kınalı kuzumun, kara oğlumun yanındayım. Yanına, ben de o beyaz kefenin yanında seninle, tıpkı bebekliğinde kucak kucağa yattığımız gibi yatmak istedim. Artık gözlerimden akan yaşlara mani olamıyordum. Sıkmıyordum dişlerimi, gıcırdamıyordu dişlerim. Ya Rabbi! Bu ne çetin, ne zor imtihanmış. Ya Rabbi bizi affeyle, kusurumuzu bağışla. Beni ve sevdiklerimi sana isyandan men et, kalplerimizi senin sıcaklığın, senin sevgin ile doldur. Doldur ki yüreğimizden, gözlerimizden yaş değil senin sevgin, senin aşkın aksın.
Şimdi yanındayım evlat, kınalı kuzum, şehidim. Nizamiye kapısında sen acemi bir asker olarak selam çakmıştın ya evlat.. şimdi bende sana selam veriyorum. Gururlu bir baba, sol yanı buruk, acılı bir baba.
Yanındayım evlat ve sana selamların en güzelini çakıyorum.
Yanındayım evlat, yanındayım. Nizamiye kapısına beraber geldiğimiz gün gibi yine beraber dönüyoruz.
Dönüyoruz da ya sen… Sen…
ÜZERİNDE ALBAYRAK ile ben ise
ŞEHİT BABASI GÖMLEĞİ ile.
Dilimde ise kınalı kuzusu Hasan’ına mektup gönderen Hatçe Nine’nin sözleri yankılandı.
“ Yavrum! Kıyamet günü mahşer yerinde o kına senin işaretin olacak. O kalabalıkta seni kolayca bulacağım. Aha işte benim kınalı kuzum da burada deyip seni bağrıma basacağım.” BABAN