Dünyanın imtihan olduğunu, muhakkak ölümün acısını tadacağımızı, yaptıklarımızın karşılığını bir bir alacağımızı, iyilik yaptığımızda mükafatlandırılacağımızı kötülüklerimizin cezalandırılacağını kavrar, anlam arayışı içine gireriz. İyilerden olmak için gayret ederiz.
Başkalarının yanlış yapmaları bizi etkilemez, iyilerden olma gayreti içine gireriz.
İşte o zaman varlık sorularını sorar ve ne yapmalıyım? diye düşünürüz. Böylece içimizde volkan gibi hazır duran inanma iç günümüzü harekete geçirir, yaptığımız hatalar ile yüzleşiriz.
İçimizden gelen sese kulak verir, acılarımız için suçlu aramayız.
Sahi biz bu dünyaya nereden ve neden geldik ki?
“Nereden geldim?” soruna cevabı uluhiyet kavramının içindedir. Her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan bir gücün varlığına inanmakla cevabını bulabiliriz. Her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan, her yaptığını bilen ve kayd eden bir gücün varlığına inanmamız gerekmektedir. Yani etrafımızda insan gücünün üstünde olan her şeyin bir yapıcısı olduğuna inanmalıyız. Bu da bildiğimiz bir gerçektir.
“Ne yapmalıyım? soruna cevabını da örnek beşerler olan Resulleri’nin hayatlarından görebiliriz. Bizim gibi çarşıda gezen, alış veriş yapan, acıkan, susayan, acı çeken, hasta olan, hata yapan, Rahman tarafından uyarılan, çok önceden yaşamış ve bu dünyadan ayrılmış olan insanlardan.
Buna inanmamız içinde elbette her şeyin sahibi tarafından gönderilen kitabı öncelikle okumalı, anlamalı ve güvenmeliyiz. Aksi takdirde peygamberlerin yaşadığını ve o olayların yaşanmışlığını nereden bilebiliriz ki?
Varlık sorularına verdiğimiz cevapla yaşamımıza anlam katabiliriz. Söylemlerimiz ve davranışlarımız bu doğrultuda değişir ve kendi içimizde huzuru yakalamış oluruz.
Kendi içimizde huzuru yakalayamazsak her ne kadar güzellikler yaşasak da mutlu olabilir miyiz?
Sorumluluk duygusunu yüklenmemiz bizi ahlaka uygun hareketlerler yapmaya iter.
Sorumluluğu, ahlaki kuralları öncelikle ailemizde öğreniriz. Bundan dolayı ailemiz gelişimimizde en büyük etkendir.
Kendimizi yönetmemiz, kişiliğimiz ile ortada olmamız, hal ve hareketlerimizin güzel olması, yol yordam bilgilerine sahip olmamız, nerede, neyi, nasıl söyleyeceğini bilmemiz, nerede durulup, nerede hareket edeceğimiz kendimizle alakalıdır.
Ne kadar düşünür ve hayatımıza kalite katan eylem ve söylemlerin içinde olursak o kadar gelişiriz. Bütün bu olgular bizim ahlakımızdır. Ahlak bireysel olarak yaşadıklarımızdir.
Ailenin ve toplumun ahlakı olmaz, ancak ilke ve kuralları olur!
Kendimizi yönetmeyi, büyüklerle ve küçüklerle nasıl konuşacağımızı, girdiğimiz yerde nasıl hareket edeceğimizi, yemeği nasıl yiyeceğimiz, kiminle neyi nasıl konuşacağımızı, saygıyı, sevgiyi, fedakarlığı, muhabbeti, iletişimi, adaleti, merhameti öncelikle ailemizden öğreniriz.
Bu öğretiler gelişimimizde ve kimlik kazanmamız da önemlidir.
Ailemizin öğretemediği böylesi değerli olgular, zamanla kişiliğimizin gelişmemesini sağlar. kendimize yetemeyen bir birey haline getirir.
Elbette bu halin oluşmasında sadece ailemizin rolü yoktur. Bu eksikliği anlamakla bu sorumluluğumuzu üzerimize almalıyız. Aksi takdirde her zaman ailemize kızarız.
Kendi kendimize yetemeyen, yönetemeyen, kişiliği tam oluşmamış sağlıklı bir birey olamayız. Yol yordam bilgisi olarak anlatılan ahlaki kuralları öğrenmezsek, kendi kuracağımız ailemizi de yönetemeyiz. Göz aydınlığı bir eşe ve evlada sahip olamayız.
Bizi tamamlayan, iyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta yanımızda olan, dertlerimizi sıkıntılarımızı acılarımızı paylaşan, sevinçlerimizi mutluluklarımızı katlayan, yüzümüzü hafifleten, gönlümuze su serpen, bizi sukunete erdiren eşimize lâyık olamayız.
Eşimize huzur vermezsek mutlu edemezsek iyi anne baba olabilir miyiz?
Bütün güzelliklerin başlangıcı da sonucu da biziz. Yarını düşünülmeden geçen ömrümüz gelecekten çalınan hayallerimizdir. Hayalimizi büyük tutarsak hayatımıza anlam katarız. Geleceğimize büyük yatırım yapmış oluruz.
Hasılı kelam; doğruları bilmekle doğru yolda olunmuyor. Ancak yaşamakla olunuyor. Var mısın gerçekten mutlu olmaya?