(Murat Gülşan) İyi akşamlar bu akşam çok değerli bir konuğumuz var Allah kendilerinden razı olsun 2 yıldır sohbeti yapmak için bayağı mücadele verdik zamanında Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti, Ahmet Arvasi hazretleri ile sohbet etmiş, Samiha Ayverdi hanımefendilere yazışmış, çok değerli İzmir’imizin benim için çok değerli olan hem tarihi açısından hem de muharib gazi olan Sayın Şükrü Karaca beyefendi ile bir hasbihal bir sohbet etmek istedik. Bu anı ölümsüzleştirmek için küçük de olsa bir sohbet istedik. Tarihe meraklı olan insanlarımız kardeşlerimiz bu sohbeti okusunlar.
Gazi Şükrü Karaca bizim için, İzmir için çok büyük Değerdir. Böyle değerlerimizi de sizlerle buluşturmak için canı gönülden mücadele veriyoruz Hepinizden Allah razı olsun programa başlıyoruz.
Evet 1974 Kıbrıs gazilerinden Sayın Şükrü Karaca Beyefendiyi bu akşam konuk ediyoruz kendisine Hoş geldin diyorum. Allah razı olsun Bizleri kırmadılar.
Şükrü dayım Öncelikle muharip gazi ne demek ondan başlayalım hem insanlarımız Muharip kelimesini sizden öğrenmiş olurlar, lütfen dinleyelim buyurun.
“Estağfurullah sağ olun. Murat Bey, Öncelikle Böyle bir programı yaptığınızdan dolayı bendenizi iştiraki sağladığınıza Çok teşekkür ederim müteşekkirim. Sağ olun hayırlı akşamlar Allah'a emanet olunuz.
Efendim, Muharib b ile bitiyor p ile değil. Savaşan düşmanla savaşan insanlar, muharebe eden savaşan insana muharib gazi denilir. Bizde bir kültür eksikliği olduğundan dolayı Muharib kelimesinin yerine Savaşı kullanır olduk. Bir de muharib kelimesini doğru telaffuz edemiyoruz. Bunun pek çok misallerini görüyorum. Mesela Postahane olacağı yerde postane diyoruz. Efendim daha nice misaller vardır. Alfabemizi Türkçemizi kısırlaştırdık.
Kâbe başka şeydir, kabe başka şeydir, Kâr başka şeydir, kar başkadır. Yâr başka yar başkadır. Dolayısıyla Muharib kelimesinde de m harfinden sonra a'nın üzerinde bir uzatma işareti vardır şapka işareti vardır. Şimdi biraz dil ve gramer e girdiğimiz için, şunu için söylüyorum kısaca Muharip savaşan demektir. Muharib gazi düşmanla savaşmış Türk askerine de muharip gazi denir.”
(Murat Gülşan) Allah razı olsun. Biz, o Savaşı bilmiyoruz görmedik günümüzde basından sosyal medyadan takip ediyoruz. Kıbrıs Savaşı'nda Sizin unutamadığınız bir anekdot küçük de olsa böyle o günün hatırasına binaen bize anlatacağınız bir şey var mıdır?
“Efendim aç kalmışız hatıra vardır mermi’ siz kalmışız hatıra vardır. Efendim Türk askerlerini bombalayan uçaklarımız var hatıra vardır Kendi gemimizi batırmışız hatıramız vardır Dolayısıyla muharebede olan pek çok hadise unutulmayan hatırlardır. Bunlardan kendimizi övmüş oluruz bazı şeyleri naklederken bunlardan mümkün mertebe kaçınmaya çalışıyorum. Yani şahsımızı ortaya koymadan Hadiseleri geri getirmeye çalışıyorum,
anlatmaya gayret ediyorum. Müsaade buyurursanız önce benim için çok önemli bir hatıra.”
(Murat Gülşan) Estağfurullah, buyurun.
“Yaralanmıştım, yaralandıktan sonra Girne hastanesinde yatıyorum Hastane başta tabibi de Konyalı imiş Ben denizi Türkiye gönderip Türkiye'de istirahat etmemi tedavi olmama sağlık verdi. Ben de kabul etmedim Çünkü kendi arkadaşlarım savaşırken benim böyle basit yaralar için Türkiye'ye kadar gelip de burada biraz istirahat edip daha sonra iyi olduktan sonra dönmeyi tek uygun görmedim. Neden uygun görmedin derseniz, biraz açmak istiyorum. Efendim bendenizin anneden dedesi İstiklal harbine iştirak etmiş altı buçuk yıl askerlik yapmış bir şahsiyettir. Ankara da yaralanmıştır, Haymanada. Dolayısıyla anneden dedem
Gazidir. Babadan dedem ise bana söylediğine göre 19 yıl askerlik yapıyor Balkan Harbi, Çanakkale, Efendim Galiçya, İstiklal harbi, kısaca İngiliz Fransız, Bulgar, Ermeni milletleriyle Harp etmiş bir şahsiyettir. Bunların hatıralarıyla büyüdüm”. “Özellikle bu büyük dedemin Bana anlatmış olduğu askerlik Hatıraları Arasında 3 tane abisi şehittir. Şimdi kendisi de böyle Namdar bir gazidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü Anafartalar'da mevzi içerisinde bir resmi vardır. Bu resmi çeken fotoğrafı tespit eden Albay Hidayet Alganer. Efendim hemen arkasında duran üç askerden bir tanesi bendenizin dedesidir. Şimdi Atatürk'ün kökü Konyalıdır dikkat buyurunuz, insan güvendiği insanları yanına alır. Muharebede olsan bile şirket kursanız bile güvendiğin insanlarla ortaklık kurarsınız. Komşuluğunuz güvendiğin insanlarla olur. Dolayısıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yanından ayırmadı askerlerde Konyalıdır diğeri de Sarayönülü dür. Konya'nın Sarayönü. Şimdi bu Gazi dedemin bendenize anlatmış olduğu vakalarla kültürüm oluşmaya başladı. Askerlik kültürüm, Türk destanlarının Unutulmaz yanları muharebelerde elde edilenler, dolayıyla bu destanlardan öğrendiğim bir şey vardır. Yüksek vatan sevgisi. Bu vatan sevgisi kolay oluşmuyor. Her Türk vatanını sever ama, her Türk’te aynı vatan sevgisi bulunmuyor. Ben Vatanımı seviyorum ama plajlarını seviyorum. Bu ülkeyi seviyorum ama efendim Bağlık bahçelik Denizi kısımların seviyorum. Peki çorak toprak olan yerleri dağını, taşını, ormanını kim sevecek. Öyleyse Vatan bir bütündür bu vatan deniziyle sahiliyle, ırmağıyla, ormanıyla taşıyla bu ülke için can vermek icap ediyor. Eğer sizde Milli şuur yoksa, vatan sevgisi yoksa, efendim size söylenecek bir sözümüz kalmıyor. Söylesen zaten kar ediyor söylemesek gönül razı değil. Efendim büyük bir Türk Şairi Fuzuli’nin dediği gibi söylesem tesiri yok söylemesem gönül razı değil. Şimdi dedemiz den vatan sevgisini öğrendik.
Hocalarımızdan bu vatan sevgisini öğrendik. Kısaca Türkiyeye gelip burada tedavi olmak iyileşmek böyle mi beklentimiz olmadı kaldık. Hastanede yatarken Barış Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel ziyaretime geldi. Peki nereden biliyorsun sizin ziyaretimize geldiğini. Direkmen benim bulunduğum koğuşa geldi ve beni gelip ziyaret etti bana geçmiş olsun dedi. Diğer yatan askerlere de geçmiş olsun dedi ama, beni ziyarete geldiğinde bana geldi yani. Efendim, birkaç soru sordu bana işte bölük komutanın geldi mi Tabur komutanı geldi mi ziyaretine dercesine ben de evet geldiler benden bir isteğin var mı dedi. Var komutanım nedir dedi, sigaram yok komutanım dedim.
Kırk yedi yıl geçti muharebeden bu yana, kırk yedi yıldır pişmanım. Bu istekten dolayı. Aradan yarım veya bir saat gibi bir zaman geçti. Bana iki kilo sigara geldi. Evet buyur al iç zıkkım olsun. Şimdi size bir hatıra anlattım ama belgesi var mu bunun? Yok.
Evet Oysa Sayın Komutanım gözlüğünü bana verir misiniz? Apoletinizi verir misiniz? yakanızda şu bröveyi verir misiniz? Ve yahut ta en özelliği olan şu önemli bir resim çektirebilir miyim desem çektirmez miydi? İşte vesikası budur. Hatıranın vesikası budur. İstediğin kadar sana on ton sigara gelse ne olur. Ama o güzel anı değerlendiren bir fotoğraf bir kalem bir künye, bir rozet, bir madalya bu bana Orgeneral Bedrettin Demirel in hediyesidir deseydim olmaz mıydı şimdi.”
(Murat Gülşan) Ömür boyu unutamayacağınız bir hatırat olurdu.
“Aynen öyle. Şimdi muharebe esnasında bu da bir hatıra ama bakın dikkat buyurun. Sigara istemek Orgeneral Bedrettin Demirel den sigara istemek. Önemli bir şey kusura bakmayınız yani ama hatıranın bahsettiğini dile getirmeye çalışıyorum. Hatıraların belgeleri de lazım bunu anlatmaya çalışıyorum. İşte size Bedrettin Demirel ile çekilmiş olan resmim bu ben hasta hanede yatıyorum yaralandım demem gerekiyor. Bunun belgesi olurdu yani. Kısacası pek çok hatıra var. Ancak bunların hangisini dile getireyim ki! Ama şunu arz edeyim hatıra olarak. Muharebe esnasında taarruzdan önce ve taarruzdan sonra askerin üzerini yoklama yaparız. Biz oraya ganimet için gitmedik. Türk ordusu Kıbrıs'ta yaşayan soydaşların ı Yunan ve Rum’un zulmünden kurtarmak için gitti. Barış için gittik. Oradaki Rum’un İngiliz’in bilmem kimin ganimetinden efendim televizyonundan, evinden, halısından, altınından, gümüşünden istifade edelim diye gitmedik. Dolayısıyla taarruzdan önce ve taarruzdan sonra mutlak suretle askerin üzerini yoklama yapardık. İşte bu yoklama esnasında, askerimizin birisinin üzerinden bir radyo eskiden Japon radyoları vardı standart küçük yaklaşık 15 20 santim ebatlarında bir filli radyoydu. Bir tanesinde altın bir hançer çıktı askerin. Bölük komutanı herhalde hizmetlerimden dolayı mı nedir bilmem bendenizi severdi. Bana dedi ki! Hançerimi istersin radyoyu mı istersin dedi. Hançeri mi radyoyu mu? Altın Hançer yalnız dikkat buyurun. Bugün bana Altın hançer lazım. Çünkü biraz daha koleksiyonla ilgilendiğim için tarihle ilgilendiğim için medeniyetle ilgilendiğim için bugün bana lazım olan altın hançerdir.
Ama o günkü haleti ruhiye beni değiştirdi isteğim Radyo olmuştur Çünkü benim bugünkü Kıbrıs Bayrak radyosundan dinleyeceğim Mehter Marşı'na kahramanlık türkülerine ihtiyacım vardı o gün. Altın hançere değil.”
(Murat Gülşan) Milli duygularınızın, Manevi duygularınızın kabarmasına ihtiyacınız vardı.
“Evet. Altın hançere ihtiyacım yok benim. Milli ruha ihtiyacım var. Mehter marşlarını duyunca efendim şu 170 santim boyundaki Efendim 60 kilo ağırlığındaki şahsiyet dünyaya sığmıyordu o Mehter Marşı'nı dinleyince. Kahramanlık türküleri dinleyince dağlara taşlara sığmıyordum. Ben Türk askeri olarak Şükrü Karaca olarak değil.”
(Murat Gülşan) Burası çok önemli Türk askeri vurgusu.
“Aynen öyle. Biz insanımızı askerimizi milli ruhla yetiştirmek mecburiyetindeyiz Toprak sevgilisiyle vatan sevgisiyle, Millet sevgisiyle yetiştirmemiz lazım. Bu Milletin hizmetkarı olmak mecburiyetinde olmak zorundayız. Efendisi değiliz hizmetkarıyız.”
(Murat Gülşan) Şimdi efendim son günlerde bu Suriye ve Afganistan'daki olaylardan dolayı millet sevgisinin bir tık daha önemi açığa çıktı onunla ilgili görüşlerinizi almak isteriz gençlerimize ne demek İsterseniz.
“Murat Bey, biz kısaca 120-130 senelik veyahut ta 150 senelik zaman zarfında, yani bir buçuk asırlık zaman zarfında dikkat ediniz Kırım harbi 1856, Türk-Yunan harbi, Trablusgarp harbi, Balkan Harbi, Cihan Harbi’nin yedi köşesinde dört bir köşesinde yedi düvelle İstiklal harbi ve Türk Cumhuriyetinin büyük millet meclisinin kararı ile Kore ve Kıbrıs’a giderek savaşlar yaşadık. Biz Kore ve Kıbrıs savaşını bir tarafa bırakırsak, İstiklal harbi ve birinci Cihan harbi vatan sevgisinin varlığını ve yokluğunu ortaya koyan bir harpti.
1919 yılının Mayıs ayında işgal edilen Türk toprakları 3 sene 3 ay 25 gün işgal altında yaşamıştır Eskişehir'e Ankara'ya kadar Konya'ya kadar Yunanlılar hakim olmuştur sahil kesimleri Antalya, İtalyanlar tarafından İstanbul İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Böyle bir işgal dönemi yaşadık. Eğer Türk milletinde vatan sevgisi olmasaydı bugünkü Irak, Suriye ve Afganistan’ı yaşamış olurduk. Elimizden Mondros Ateşkes Antlaşması'nın maddelerine dayanarak Türk ordusu terhis edildi. Ordu'nun elindeki silahlar İngilizler ve Fransızlar tarafından el konuldu. Biz böyle bir haleti ruhi yeti içerisinde İstiklal harbini verdik.
Bazı Soysuzlar, bazı namussuzlar İstiklal harbini inkar ediyorlar. Bu memlekette yediğiniz ekmek içtiğiniz su teneffüs ettiğiniz hava haram olsun. Zehir zakkum olsun inşallah. İstiklal harbine iştirak etmiş bir nesi evlatlarıyız biz. Dolaysıyla yok diyenler olmamış diyenlere söyleyebileceğim ancak budur. Bu sözü ancak ve ancak Memleketimi 1919'da işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan tohumları söyleyebilir. Eğer vatan sevgisi olmasaydı sınırlarımızdan giren resmi tariflere göre resmi rakamlara göre beş milyon gayri resmi illere göre yedi milyon Suriyeli, bir o kadar Ortadoğu ülkelerinden gelmiş insanlar, her gün yüzlerce binlerce Afganistan’dan gelen 4 bin kilometre yol yürüyüp memleketime giren Afganlıların durumuna düşerdik.
İşte insanlarımıza lazım olan bizim insanımıza lazım olan yüksek vatan sevgisi. Mühendis olabilirsiniz, Doktor olabilirsiniz, gazeteci olabilirsin, hukukçu olabilirsin ne olursanız olunuz ama yüksek Vatan sevgisine sahip olmak mecburiyetindesiniz. Aksi takdirde o insanların durumuna düşersiniz.
Efendim bugün, Muharip gazi dediğimiz zaman insanlarımız tanımıyor. Bizim halimiz Şimdi Sivilim ama malum haliniz bize bir resmi kıyafetimiz vardır. Başımızda kalpak vardır, işte üzerimizdeki cekette madalyalar vardır. Kimsiniz diyen pek çok insanla karşılaşıyoruz. Kısaca insanımız gaziyi bilmiyor. Nedir diye soran öğrenciler var lise öğrencileri var. Efendim bürokrattan var. Düşününüz baş komiser olmuş bir şahıs kimsiniz diyebiliyor.
Bir Milletvekili önünden geçiyorum da, yani merhaba demekten aciz. Kimsiniz diyemiyor.
Bu bir kültür meselesidir. Oysa başka milletler kendilerine hizmet etmiş olan gazilerini, muhariplerini saygıyla anıyorlar. Buna bir iki misal vereyim. İngiltere’de meşhur bir lokantada
Müşteriler geliyorlar yemek, yemek ihtiyacı olan müşteriler geliyorlar Kapıda bir yazı var perdeler çekili kapıdaki yazıda İçeride çok kıymetli bir kahramanımız yemek yemektedir rahatsız edinmesini istemediğimizden bugün lokantamızı kapattık diyor. İçerde bir muharib gazi yemek yiyor o gün lokanta ve o saatler lokantayı diğer müşterilere kapatıyor.
(Murat Gülşan) Gazi rahatsız olmasın diye.
“Evet gazi rahatsız olmasın diye. Ben Türkiye de böyle bir şey görmedim.”
(Murat Gülşan) İlk defa duyuyorum bende.
Bir başka misal. Bir, profesörümüz diyor ki! Konferansım vardı Londra da gidiyoruz fakat önümüzde bir araba gidiyor, araba büyük elçilik arabası değil, Cumhurbaşkanı arabası değil, Başbakan arabası değil garip bir plaka diyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Fakat araba geçti sıra yollarda insanlar selama duruyor. Neticede nihayet konferans vereceğimiz yere kadar önümüzde gitti o da bizim gibi otelin önünde durdu diyor. Kapılar açıldı hemen otelden iki tane görevli geldi, lüx bir arabanın içeresinden tekerlekli sandalye üzerinde oturan bir tane madalyalı Gazi indirdiler. Ama herkes selama durdu diyor. Şimdi bunlara Mor kalpli Adam diyorlar. Bu bir misal ikinci bir misal. Rusya’nın bugün bir devlet başkanı vardır Putin. Gazilerin önünde diz çöktü.
(Murat Gülşan) Allah, Allah bunu da ilk defa duyuyorum.
“Evet, evet kendi gazilerinin önünde Putin diz çöktü resimleri var. Üçüncü bir misal.
Türkiye biliyorsunuz Meclis kararıyla Kore'ye asker gönderdi. Türk askeri gönderildi köreye. Biraz politikayla gitti Türkiye NATO ya girme hevesiyle gitti askerlerimiz. Ama sebep ne olursa olsun oraya giden14300 askerimiz den 722 tane Şehit vererek yüz akıyla döndük. Özellikle Amerika’nın haysiyetini ve şerefini dikkat edin altını çiziyorum. Amerika’nın haysiyetini ve şerefini kurtaran Türk askeridir. İşte Kore devleti her sene Kore’deki şehitlikleri ziyaret etmek, oradaki hatıratları yaşatmak için her sene Türkiye’den Gazileri uçakla alıp götürüyorlar.
(Murat Gülşan) Yani buradan alıp Kore ülkesine götürüyorlar.
“Evet aynen öyle. Misafir ediyorlar orada 8-10 gün her neyse önemli değil günü, tekrar uçakla geri getiriyorlar.
(Murat Gülşan) Allah, Allah bunu da ilk defa duyuyorum.
“İzmir’den giden Kore gazilerimiz, Ankara’da Kore büyükelçisi tarafından karşılanıyor. Murat Bey yemin ederek söylüyorum.
(Murat Gülşan) Estağfurullah
“Kore gazilerimizin önünde, Kore büyükelçisi eşi ve evladı secdeye kapandılar. Secdeye secdeye anlatabiliyor muyum?
(Murat Gülşan) Bu tabi saygı secdesi.
“Tabi saygı secdesi. Şimdi benim Millet vekilim görüyor da beni sen kimsin demiyor.
(Murat Gülşan) Aradaki fark. Üstelik biz manevi değerlerimiz yüksek olduğu inancı içerisinde olduğumuzdan daha da bizde önem taşıyor.
“Gazilik hem dini hem de milli bir kavramdır. Dikkat buyurunuz Gazi şehidin şahididir.
(Murat Gülşan) Ooo bu çok güzel Gazi Şehidin şahididir.
“Evet Gazi Şehidin şahididir. Sen gazisine hürmet etmiyorsan, şehidine hürmet etmiyorsan senin vekilliğini ben tanımıyorum. Bizi kimin vekilini seçmişiz, kimi vekil seçmişiz aklıma yanarım o zaman.
(Murat Gülşan) Aynen öyle.
“İşte Ülkemizde kültür eksikliğini milli değereler eksikliğinin bir misalini verdim.
(Murat Gülşan) Anlattığınız en güzel örneklerin biri.
“Daha nice misaller de verebilirim. Mutlu olacağımız haberlerde vardır. Bir Askeri müessesede harp hatıraları sergisi açmıştım. Bendenizde özellikle Çanakkale ve birinci cihan harbine ait harp malzemeleri vardır. Bunların sergilerini açıyorum.
(Murat Gülşan) Ben Buca’da açmış olduğunuz bir sergiye bizzat katılmıştım. Onlarca resim çekmiştim ayaküstü sizinle de bir hasbihal etmiştim ben şahidiyim.
“O görmüş olduklarınız. Elimizdekilerin belki de onda biri. Şimdi efendim askeri müessede bunu açarken NATO milletlerini ait Askerler de varmış Orada Subaylar konferans meselesinde askeri konferanslar varmış. Efendim iki tane albayımızı gördük bendenizin yanındaki kılavuz olan bir subayımız kendileri teşvik ederek albayımıza bir selam vermek istedi. Fakat iki Türk albayının yanında bir başka şahsiyet daha vardı. Türk olmadığı belli. Ona da merhaba dedik. Albaya soruyor kimdir bu, benden için kimdir bu?
Albayımızın cevabı şudur. Onu size izah edersem siz buradan tasınızı tarağınızı toplayıp gitmek zorunda kalırsınız. O dünyanın en kahraman insanıdır dedi.
(Murat Gülşan) Allah’ını seveyim böyle Albayın. Allah razı olsun.
Müthiş cevap vermiş Albayımız. Helal olsun.
“Aynen böyle. Efendim bilen ile bilmeyen arasındaki fark budur. Ne diyor rasülulah peygamberimiz, Hz Allah ne buyuruyor Zümer suresinde “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
(Murat Gülşan) Kesinlikle olmaz.
“Birisi biliyor dikkat buyurunuz verdiği cevaba bakınız birisi de bilmiyor. Kısacası bizim kültür eksikliğimiz, kültür değerlerimizin yozlaşması bizi bu hale getirdi. Şehidin şahidine saygı kalkmıştır. Şehitlerimizi unutmuşuzdur. Eskiden bir kahraman Türk askerinin bir düğmesinin koparılması altı ay cezai mütedeyyine tutulurdunuz. Altı ay..
Şimdi şehidimizi Türk askerini, Öldürüyor kurşunluyor. Şehit oluyor da umurumuzda değil.
(Murat Gülşan) Bu kadar vurdum duymaz olduk yani.
“Aynen öyle efendim. Normal efendim. İki tane şehidimiz varmış üç tane varmış hiç önemli değil, demedi mi beyefendi demedi mi üç beş şehit için meclisi mi toplayacağız demedi mi?
(Murat Gülşan) Aynen öyle denildi.
“Eğri oturup doğru mu konuşacağız doğru oturup doğru mu konuşacağız. Tabi kî doğru oturup doğru mu konuşacağız. Üç beş şehidimiz için meclis topladığınız gibi yas ilan etmeniz icap ediyor beyefendi yas. Arabın şeyhi için Şıh’ı için sen yas ilan ediyorsun. Türk’ün vatanını bekleyen Türk askeri için sen neden yas ilan etmiyorsun. Neden toplamıyorsunuz meclisi. Meclistekiler çok mu kıymetli şehidimizden. Kusura bakmayın suç mu bu benim söylediklerim.
(Murat Gülşan) Kesinlikle değil kalbimizin sesi, gönlümüzün sesi oldunuz. Allah razı olsun sizden.
“Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyiniz düşününüz. Senin canını namusunu, vatanını, milletini bekleyen haysiyet ve şerefini bekleyen şehit için ne yapılırsa azdır. Ne demek toplayamam.
İşte bizim kültür yozlaşmamız, bizi bu hale getirdi.
(Murat Gülşan) Efendim gençlerimize, özellikle gençlerimize milli kahramanlarımızı, tarihimizi, nasıl anlatacağız nasıl sevdireceğiz. Yani bugün televizyonlarımızı açtığımız zaman hiç bizim kültürümüzü anlatan, hiçbir dizi, yarışma programı, film hiçbir şey yok. Traih yok yani nasıl anlatacağız örfümüzü adetlerimizi. Gençliğimiz çok kötü bir durumda yetişiyor ben görüyorum, yaşıyorum davranış şekilleri otobüslerde, metrolarda halk içinde ben kendi çocuklarımda da görüyorum zaman zaman nasıl bu durumla mücadele edeceğiz.
Sizlerin 1974 yılındaki milliyetçilik duygularıyla günümüzdeki gençlerin 2021 yılındaki milliyetçilik duygularının aynı olduğunu zannetmiyorum ne yapmamız gerekiyor bu konuda bir büyüğümüz olarak sizlerden tavsiyeler dinlemek isteriz.
“Estağfurullah efendim. İstanbul’dan bir gemi kalkıyor. İzmir’e geldiği zaman Afrika’ya doğru yol alıyor. İzmir körfezine girdiği zaman bir fırtına deniz dalgası metrelerce geminin üzerinden aşıyor kaptan diyor ki yardımcısına pusulayı getirin göz gözü görmüyor. Efendim pusula yok arızalandı. Deniz kuvvetlerine yazdık henüz gelmedi. Peki haritayı getirin bana diyor. Efendim haritada kayboldu. Yenisini de temin edemedik. Yola ilerliyorlar kayalıklar var icabında bindirecek çarpacak vesaire, dalgalar gittikçe artmış. Fırtına gittikçe artıyor. Çarkçı soruyor kaptanım ne getireyim. Pusula yok harita yok. Ne getireyim demiş kaptan çarkçıya kelimeyi şehadet getir demiş.
(Murat Gülşan) Yani gençlerimizin durumu bu olay bitmiş yani.
“Evet. İnsanımızın elinde en kötü ihtimalle iki bin liralık cep telefonu var. On beş bin lira cep telefonu olanları söyleyen arkadaşlarım var. Efendim insanımız her güzele her şeyin iyisine layık. Yalnız İki bin liralık cep telefonu, dört bin liralık televizyon bir evde bunlar oluyor. Televizyonların hali ortada. Cep telefonlarını Facebook için kullanıyoruz. İnstgram ve tik tok için kullanıyoruz. Öylemi binlerce liralık, peki bir cep telefonunun bedeli olan iki bin liralık kitap alsak ellişer liradan olsa bir kitap, elli liradan kaç tane kitap alırız.
(Murat Gülşan) Kırk tane alırız.
“Kırk tane dini veya milli kırk tane kitap alacaksınız vallahi billahi alim olursunuz filazof olursunuz.
(Murat Gülşan) bu kadar net.
“Bence bu evinize kırk tane kitap alınız.
(Murat Gülşan) Aynı zamanda kuran-ı kerimde yani dinimizin emri değil mi oku.İkra
“Aynen oku diyor, yaz diyor kalemi yaratmış Allah kalemi yaratmış. Her şeyden önce kalemi yaratıyor okunması için yazılması lazım. Bu vesileyle okumak ve yazmak elbette facebookla uğraşacağız, Ayşe ile Fatma ile mesajlaşacağız.
(Murat Gülşan) Ama önceliğimiz bu değil dimi gazim.
“Evet önceliğimiz okumak ve yazmaktır. Bizi selamet sahillerine götürecek olan pusula bu. Harita bu kılavuz bu
(Murat Gülşan) evet sayın gazimiz kültürden bahsederken sizlerin hayatında bilakis tanışmış olduğunuz, değerli kültür elçileri mutlaka vardır. Onları da sizlerin ağzınızdan duymak isteriz. Bilmek isteriz öyle bir hatıratınız varsa bizlere anlatırsanız mutmain oluruz.
“Sağ olun efendim çok teşekkür ederim. Bu çok derun bir mevzu. Şimdi okumak başka şeydir, tahsil görmek başka şeydir. Kültür sahibi olmak başka bir şeydir. Aklıma hemen gelmişken söyleyeyim. Bizim kültür abidelerimizden Ahmet Süheyl Ünver kendisi aynı zamanda Doktordur. Tıpçıdır lakin Doktorluğunun yanı sıra tezhip sanatında ressamlığa varıncaya kadar nice, nice dallarla uğraşmıştır. Bir Türk düşünür diyor ki. Türk tarihi yok olsa Ahmet Süheyl Ünver hatıraları kalsa kâfi gelir. Bu derece aklınıza ne gelirse her konuda bir dosya hazırlamış, bir defter hazırlamış mezar taşından tıbbına varıncaya kadar. Türk hekimlerinden Türk mimarlarına varıncaya kadar yazı hayatına varıncaya kadar. Şimdi diyor ki ben kitap dergi okumuyorum. Kitapları karıştırıyorum. Altmış beş bin kitap karıştırdım diyor. Tetkik ettim diyor. Her gittiği yerde mutlak suretle yurtdışı ve yurt içinde özellikle el yazması eserleri bulup tetkik ediyor araştırıyor gün yüzüne çıkarıyor. Şimdi kültürümüz derken bunu kastetmeye çalıştım. Biz elimizden geldiği kadar kendimizi bildikten sonra Türk milletine ışık veren şahsiyetlerinden tanımaya başladım. Zaten lisede hocam olan Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal Bayatlı bunlarla başladım. Biz zati tanıştığım şahsiyetler Recep Toksan, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Ahmet Arvasi efendim daha sonraları Samiha Ayverdi. Yine onların yolundan giden Ahi Oktay Güner le dostluklarımız vardır. Daha isimlerini sayamayacağım nice nice insanlar. Ama beni tamamlayan veya kültür yönüyle yetiştiren şahsiyetler vardır bunların başında Prof. Dr. Osman Turan Selçuklu tarihi üzerinde yegâne otoritedir.
(Murat Gülşan) Türk Cihan Hâkimeti Mefkuresi kitabı var bende o kitap var okudum müthiş bir kitap.
“Evet Osman Turan bununla beraber İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Ali Emiri Efendi bunlar bizim kültür hayatımızda abide şahsiyetlerdir. Ali Nihat Tarlan, Nurettin Topçu daha kimler, kimler. İşte bizi bugün Şükrü Karaca eden şahsiyetlerdir. Bunların hemen, hemen hepsi vefat etti Allah hepsinden razı olsun gani gani rahmetler diliyorum. Cenab-ı hak kendilerini Cennetinde ağırlasın. Onları yetiştirmek kolay değil. Ali Nihat Tarlan ı, Yahya Kemal i, Erol Güngör’ü, Faruk Nafız Çamlıbel i bunları yetiştirmek kolay değil bunlar yetişmiyor artık. Bakmayınız televizyonlarımızda pek çok prof olan, doktor olan insanlarımız görülüyorlar. Maşallah atomdan da anlıyorlar, efendim matematikten de anlıyorlar tarımdan, bahçeden ormancılıktan da anlıyorlar. Her şeyden anlıyorlar maşallah. Birkaç gazeteciyle birlikte bunlar ilim irfan dünyamız her gün televizyonda olan şahsiyetlerdir. Kısaca bu röportajı yapılmasında bendenize fırsat verdiğiniz için şahsınızdan bütün dinleyicilerime ve okuyucularıma saygılarımı sunuyorum. Rahmetli Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün ve silah arkadaşlarının manevi huzurunda ihtiram ile duruyorum. Allah onlarda razı olsun. Mecdi efendi diye bir şahsiyet vardır bizim kültür ve irfan dünyamızda. O Türk devleti ebediyen baki kalacaktır demiştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün İzmir suikastından sonra söylediği söz ile röportajı noktalamak istiyorum. Benim naçiz vücudum toprak olacaktır Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.
(Murat Gülşan) efendim yapmış olduğumuz sohbetten çok istifade ettim çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Allah sizlere ömür versin. İnşallah okurlarımızda istifade ederler tekrar tekrar teşekkür ederim saygılar sunarım.
Gazi Şükrü Karaca bizim için, İzmir için çok büyük Değerdir. Böyle değerlerimizi de sizlerle buluşturmak için canı gönülden mücadele veriyoruz Hepinizden Allah razı olsun programa başlıyoruz.
Evet 1974 Kıbrıs gazilerinden Sayın Şükrü Karaca Beyefendiyi bu akşam konuk ediyoruz kendisine Hoş geldin diyorum. Allah razı olsun Bizleri kırmadılar.
Şükrü dayım Öncelikle muharip gazi ne demek ondan başlayalım hem insanlarımız Muharip kelimesini sizden öğrenmiş olurlar, lütfen dinleyelim buyurun.
“Estağfurullah sağ olun. Murat Bey, Öncelikle Böyle bir programı yaptığınızdan dolayı bendenizi iştiraki sağladığınıza Çok teşekkür ederim müteşekkirim. Sağ olun hayırlı akşamlar Allah'a emanet olunuz.
Efendim, Muharib b ile bitiyor p ile değil. Savaşan düşmanla savaşan insanlar, muharebe eden savaşan insana muharib gazi denilir. Bizde bir kültür eksikliği olduğundan dolayı Muharib kelimesinin yerine Savaşı kullanır olduk. Bir de muharib kelimesini doğru telaffuz edemiyoruz. Bunun pek çok misallerini görüyorum. Mesela Postahane olacağı yerde postane diyoruz. Efendim daha nice misaller vardır. Alfabemizi Türkçemizi kısırlaştırdık.
Kâbe başka şeydir, kabe başka şeydir, Kâr başka şeydir, kar başkadır. Yâr başka yar başkadır. Dolayısıyla Muharib kelimesinde de m harfinden sonra a'nın üzerinde bir uzatma işareti vardır şapka işareti vardır. Şimdi biraz dil ve gramer e girdiğimiz için, şunu için söylüyorum kısaca Muharip savaşan demektir. Muharib gazi düşmanla savaşmış Türk askerine de muharip gazi denir.”
(Murat Gülşan) Allah razı olsun. Biz, o Savaşı bilmiyoruz görmedik günümüzde basından sosyal medyadan takip ediyoruz. Kıbrıs Savaşı'nda Sizin unutamadığınız bir anekdot küçük de olsa böyle o günün hatırasına binaen bize anlatacağınız bir şey var mıdır?
“Efendim aç kalmışız hatıra vardır mermi’ siz kalmışız hatıra vardır. Efendim Türk askerlerini bombalayan uçaklarımız var hatıra vardır Kendi gemimizi batırmışız hatıramız vardır Dolayısıyla muharebede olan pek çok hadise unutulmayan hatırlardır. Bunlardan kendimizi övmüş oluruz bazı şeyleri naklederken bunlardan mümkün mertebe kaçınmaya çalışıyorum. Yani şahsımızı ortaya koymadan Hadiseleri geri getirmeye çalışıyorum,
anlatmaya gayret ediyorum. Müsaade buyurursanız önce benim için çok önemli bir hatıra.”
(Murat Gülşan) Estağfurullah, buyurun.
“Yaralanmıştım, yaralandıktan sonra Girne hastanesinde yatıyorum Hastane başta tabibi de Konyalı imiş Ben denizi Türkiye gönderip Türkiye'de istirahat etmemi tedavi olmama sağlık verdi. Ben de kabul etmedim Çünkü kendi arkadaşlarım savaşırken benim böyle basit yaralar için Türkiye'ye kadar gelip de burada biraz istirahat edip daha sonra iyi olduktan sonra dönmeyi tek uygun görmedim. Neden uygun görmedin derseniz, biraz açmak istiyorum. Efendim bendenizin anneden dedesi İstiklal harbine iştirak etmiş altı buçuk yıl askerlik yapmış bir şahsiyettir. Ankara da yaralanmıştır, Haymanada. Dolayısıyla anneden dedem
Gazidir. Babadan dedem ise bana söylediğine göre 19 yıl askerlik yapıyor Balkan Harbi, Çanakkale, Efendim Galiçya, İstiklal harbi, kısaca İngiliz Fransız, Bulgar, Ermeni milletleriyle Harp etmiş bir şahsiyettir. Bunların hatıralarıyla büyüdüm”. “Özellikle bu büyük dedemin Bana anlatmış olduğu askerlik Hatıraları Arasında 3 tane abisi şehittir. Şimdi kendisi de böyle Namdar bir gazidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü Anafartalar'da mevzi içerisinde bir resmi vardır. Bu resmi çeken fotoğrafı tespit eden Albay Hidayet Alganer. Efendim hemen arkasında duran üç askerden bir tanesi bendenizin dedesidir. Şimdi Atatürk'ün kökü Konyalıdır dikkat buyurunuz, insan güvendiği insanları yanına alır. Muharebede olsan bile şirket kursanız bile güvendiğin insanlarla ortaklık kurarsınız. Komşuluğunuz güvendiğin insanlarla olur. Dolayısıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yanından ayırmadı askerlerde Konyalıdır diğeri de Sarayönülü dür. Konya'nın Sarayönü. Şimdi bu Gazi dedemin bendenize anlatmış olduğu vakalarla kültürüm oluşmaya başladı. Askerlik kültürüm, Türk destanlarının Unutulmaz yanları muharebelerde elde edilenler, dolayıyla bu destanlardan öğrendiğim bir şey vardır. Yüksek vatan sevgisi. Bu vatan sevgisi kolay oluşmuyor. Her Türk vatanını sever ama, her Türk’te aynı vatan sevgisi bulunmuyor. Ben Vatanımı seviyorum ama plajlarını seviyorum. Bu ülkeyi seviyorum ama efendim Bağlık bahçelik Denizi kısımların seviyorum. Peki çorak toprak olan yerleri dağını, taşını, ormanını kim sevecek. Öyleyse Vatan bir bütündür bu vatan deniziyle sahiliyle, ırmağıyla, ormanıyla taşıyla bu ülke için can vermek icap ediyor. Eğer sizde Milli şuur yoksa, vatan sevgisi yoksa, efendim size söylenecek bir sözümüz kalmıyor. Söylesen zaten kar ediyor söylemesek gönül razı değil. Efendim büyük bir Türk Şairi Fuzuli’nin dediği gibi söylesem tesiri yok söylemesem gönül razı değil. Şimdi dedemiz den vatan sevgisini öğrendik.
Hocalarımızdan bu vatan sevgisini öğrendik. Kısaca Türkiyeye gelip burada tedavi olmak iyileşmek böyle mi beklentimiz olmadı kaldık. Hastanede yatarken Barış Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel ziyaretime geldi. Peki nereden biliyorsun sizin ziyaretimize geldiğini. Direkmen benim bulunduğum koğuşa geldi ve beni gelip ziyaret etti bana geçmiş olsun dedi. Diğer yatan askerlere de geçmiş olsun dedi ama, beni ziyarete geldiğinde bana geldi yani. Efendim, birkaç soru sordu bana işte bölük komutanın geldi mi Tabur komutanı geldi mi ziyaretine dercesine ben de evet geldiler benden bir isteğin var mı dedi. Var komutanım nedir dedi, sigaram yok komutanım dedim.
Kırk yedi yıl geçti muharebeden bu yana, kırk yedi yıldır pişmanım. Bu istekten dolayı. Aradan yarım veya bir saat gibi bir zaman geçti. Bana iki kilo sigara geldi. Evet buyur al iç zıkkım olsun. Şimdi size bir hatıra anlattım ama belgesi var mu bunun? Yok.
Evet Oysa Sayın Komutanım gözlüğünü bana verir misiniz? Apoletinizi verir misiniz? yakanızda şu bröveyi verir misiniz? Ve yahut ta en özelliği olan şu önemli bir resim çektirebilir miyim desem çektirmez miydi? İşte vesikası budur. Hatıranın vesikası budur. İstediğin kadar sana on ton sigara gelse ne olur. Ama o güzel anı değerlendiren bir fotoğraf bir kalem bir künye, bir rozet, bir madalya bu bana Orgeneral Bedrettin Demirel in hediyesidir deseydim olmaz mıydı şimdi.”
(Murat Gülşan) Ömür boyu unutamayacağınız bir hatırat olurdu.
“Aynen öyle. Şimdi muharebe esnasında bu da bir hatıra ama bakın dikkat buyurun. Sigara istemek Orgeneral Bedrettin Demirel den sigara istemek. Önemli bir şey kusura bakmayınız yani ama hatıranın bahsettiğini dile getirmeye çalışıyorum. Hatıraların belgeleri de lazım bunu anlatmaya çalışıyorum. İşte size Bedrettin Demirel ile çekilmiş olan resmim bu ben hasta hanede yatıyorum yaralandım demem gerekiyor. Bunun belgesi olurdu yani. Kısacası pek çok hatıra var. Ancak bunların hangisini dile getireyim ki! Ama şunu arz edeyim hatıra olarak. Muharebe esnasında taarruzdan önce ve taarruzdan sonra askerin üzerini yoklama yaparız. Biz oraya ganimet için gitmedik. Türk ordusu Kıbrıs'ta yaşayan soydaşların ı Yunan ve Rum’un zulmünden kurtarmak için gitti. Barış için gittik. Oradaki Rum’un İngiliz’in bilmem kimin ganimetinden efendim televizyonundan, evinden, halısından, altınından, gümüşünden istifade edelim diye gitmedik. Dolayısıyla taarruzdan önce ve taarruzdan sonra mutlak suretle askerin üzerini yoklama yapardık. İşte bu yoklama esnasında, askerimizin birisinin üzerinden bir radyo eskiden Japon radyoları vardı standart küçük yaklaşık 15 20 santim ebatlarında bir filli radyoydu. Bir tanesinde altın bir hançer çıktı askerin. Bölük komutanı herhalde hizmetlerimden dolayı mı nedir bilmem bendenizi severdi. Bana dedi ki! Hançerimi istersin radyoyu mı istersin dedi. Hançeri mi radyoyu mu? Altın Hançer yalnız dikkat buyurun. Bugün bana Altın hançer lazım. Çünkü biraz daha koleksiyonla ilgilendiğim için tarihle ilgilendiğim için medeniyetle ilgilendiğim için bugün bana lazım olan altın hançerdir.
Ama o günkü haleti ruhiye beni değiştirdi isteğim Radyo olmuştur Çünkü benim bugünkü Kıbrıs Bayrak radyosundan dinleyeceğim Mehter Marşı'na kahramanlık türkülerine ihtiyacım vardı o gün. Altın hançere değil.”
(Murat Gülşan) Milli duygularınızın, Manevi duygularınızın kabarmasına ihtiyacınız vardı.
“Evet. Altın hançere ihtiyacım yok benim. Milli ruha ihtiyacım var. Mehter marşlarını duyunca efendim şu 170 santim boyundaki Efendim 60 kilo ağırlığındaki şahsiyet dünyaya sığmıyordu o Mehter Marşı'nı dinleyince. Kahramanlık türküleri dinleyince dağlara taşlara sığmıyordum. Ben Türk askeri olarak Şükrü Karaca olarak değil.”
(Murat Gülşan) Burası çok önemli Türk askeri vurgusu.
“Aynen öyle. Biz insanımızı askerimizi milli ruhla yetiştirmek mecburiyetindeyiz Toprak sevgilisiyle vatan sevgisiyle, Millet sevgisiyle yetiştirmemiz lazım. Bu Milletin hizmetkarı olmak mecburiyetinde olmak zorundayız. Efendisi değiliz hizmetkarıyız.”
(Murat Gülşan) Şimdi efendim son günlerde bu Suriye ve Afganistan'daki olaylardan dolayı millet sevgisinin bir tık daha önemi açığa çıktı onunla ilgili görüşlerinizi almak isteriz gençlerimize ne demek İsterseniz.
“Murat Bey, biz kısaca 120-130 senelik veyahut ta 150 senelik zaman zarfında, yani bir buçuk asırlık zaman zarfında dikkat ediniz Kırım harbi 1856, Türk-Yunan harbi, Trablusgarp harbi, Balkan Harbi, Cihan Harbi’nin yedi köşesinde dört bir köşesinde yedi düvelle İstiklal harbi ve Türk Cumhuriyetinin büyük millet meclisinin kararı ile Kore ve Kıbrıs’a giderek savaşlar yaşadık. Biz Kore ve Kıbrıs savaşını bir tarafa bırakırsak, İstiklal harbi ve birinci Cihan harbi vatan sevgisinin varlığını ve yokluğunu ortaya koyan bir harpti.
1919 yılının Mayıs ayında işgal edilen Türk toprakları 3 sene 3 ay 25 gün işgal altında yaşamıştır Eskişehir'e Ankara'ya kadar Konya'ya kadar Yunanlılar hakim olmuştur sahil kesimleri Antalya, İtalyanlar tarafından İstanbul İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Böyle bir işgal dönemi yaşadık. Eğer Türk milletinde vatan sevgisi olmasaydı bugünkü Irak, Suriye ve Afganistan’ı yaşamış olurduk. Elimizden Mondros Ateşkes Antlaşması'nın maddelerine dayanarak Türk ordusu terhis edildi. Ordu'nun elindeki silahlar İngilizler ve Fransızlar tarafından el konuldu. Biz böyle bir haleti ruhi yeti içerisinde İstiklal harbini verdik.
Bazı Soysuzlar, bazı namussuzlar İstiklal harbini inkar ediyorlar. Bu memlekette yediğiniz ekmek içtiğiniz su teneffüs ettiğiniz hava haram olsun. Zehir zakkum olsun inşallah. İstiklal harbine iştirak etmiş bir nesi evlatlarıyız biz. Dolaysıyla yok diyenler olmamış diyenlere söyleyebileceğim ancak budur. Bu sözü ancak ve ancak Memleketimi 1919'da işgal eden İngiliz, Fransız ve Yunan tohumları söyleyebilir. Eğer vatan sevgisi olmasaydı sınırlarımızdan giren resmi tariflere göre resmi rakamlara göre beş milyon gayri resmi illere göre yedi milyon Suriyeli, bir o kadar Ortadoğu ülkelerinden gelmiş insanlar, her gün yüzlerce binlerce Afganistan’dan gelen 4 bin kilometre yol yürüyüp memleketime giren Afganlıların durumuna düşerdik.
İşte insanlarımıza lazım olan bizim insanımıza lazım olan yüksek vatan sevgisi. Mühendis olabilirsiniz, Doktor olabilirsiniz, gazeteci olabilirsin, hukukçu olabilirsin ne olursanız olunuz ama yüksek Vatan sevgisine sahip olmak mecburiyetindesiniz. Aksi takdirde o insanların durumuna düşersiniz.
Efendim bugün, Muharip gazi dediğimiz zaman insanlarımız tanımıyor. Bizim halimiz Şimdi Sivilim ama malum haliniz bize bir resmi kıyafetimiz vardır. Başımızda kalpak vardır, işte üzerimizdeki cekette madalyalar vardır. Kimsiniz diyen pek çok insanla karşılaşıyoruz. Kısaca insanımız gaziyi bilmiyor. Nedir diye soran öğrenciler var lise öğrencileri var. Efendim bürokrattan var. Düşününüz baş komiser olmuş bir şahıs kimsiniz diyebiliyor.
Bir Milletvekili önünden geçiyorum da, yani merhaba demekten aciz. Kimsiniz diyemiyor.
Bu bir kültür meselesidir. Oysa başka milletler kendilerine hizmet etmiş olan gazilerini, muhariplerini saygıyla anıyorlar. Buna bir iki misal vereyim. İngiltere’de meşhur bir lokantada
Müşteriler geliyorlar yemek, yemek ihtiyacı olan müşteriler geliyorlar Kapıda bir yazı var perdeler çekili kapıdaki yazıda İçeride çok kıymetli bir kahramanımız yemek yemektedir rahatsız edinmesini istemediğimizden bugün lokantamızı kapattık diyor. İçerde bir muharib gazi yemek yiyor o gün lokanta ve o saatler lokantayı diğer müşterilere kapatıyor.
(Murat Gülşan) Gazi rahatsız olmasın diye.
“Evet gazi rahatsız olmasın diye. Ben Türkiye de böyle bir şey görmedim.”
(Murat Gülşan) İlk defa duyuyorum bende.
Bir başka misal. Bir, profesörümüz diyor ki! Konferansım vardı Londra da gidiyoruz fakat önümüzde bir araba gidiyor, araba büyük elçilik arabası değil, Cumhurbaşkanı arabası değil, Başbakan arabası değil garip bir plaka diyor. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Fakat araba geçti sıra yollarda insanlar selama duruyor. Neticede nihayet konferans vereceğimiz yere kadar önümüzde gitti o da bizim gibi otelin önünde durdu diyor. Kapılar açıldı hemen otelden iki tane görevli geldi, lüx bir arabanın içeresinden tekerlekli sandalye üzerinde oturan bir tane madalyalı Gazi indirdiler. Ama herkes selama durdu diyor. Şimdi bunlara Mor kalpli Adam diyorlar. Bu bir misal ikinci bir misal. Rusya’nın bugün bir devlet başkanı vardır Putin. Gazilerin önünde diz çöktü.
(Murat Gülşan) Allah, Allah bunu da ilk defa duyuyorum.
“Evet, evet kendi gazilerinin önünde Putin diz çöktü resimleri var. Üçüncü bir misal.
Türkiye biliyorsunuz Meclis kararıyla Kore'ye asker gönderdi. Türk askeri gönderildi köreye. Biraz politikayla gitti Türkiye NATO ya girme hevesiyle gitti askerlerimiz. Ama sebep ne olursa olsun oraya giden14300 askerimiz den 722 tane Şehit vererek yüz akıyla döndük. Özellikle Amerika’nın haysiyetini ve şerefini dikkat edin altını çiziyorum. Amerika’nın haysiyetini ve şerefini kurtaran Türk askeridir. İşte Kore devleti her sene Kore’deki şehitlikleri ziyaret etmek, oradaki hatıratları yaşatmak için her sene Türkiye’den Gazileri uçakla alıp götürüyorlar.
(Murat Gülşan) Yani buradan alıp Kore ülkesine götürüyorlar.
“Evet aynen öyle. Misafir ediyorlar orada 8-10 gün her neyse önemli değil günü, tekrar uçakla geri getiriyorlar.
(Murat Gülşan) Allah, Allah bunu da ilk defa duyuyorum.
“İzmir’den giden Kore gazilerimiz, Ankara’da Kore büyükelçisi tarafından karşılanıyor. Murat Bey yemin ederek söylüyorum.
(Murat Gülşan) Estağfurullah
“Kore gazilerimizin önünde, Kore büyükelçisi eşi ve evladı secdeye kapandılar. Secdeye secdeye anlatabiliyor muyum?
(Murat Gülşan) Bu tabi saygı secdesi.
“Tabi saygı secdesi. Şimdi benim Millet vekilim görüyor da beni sen kimsin demiyor.
(Murat Gülşan) Aradaki fark. Üstelik biz manevi değerlerimiz yüksek olduğu inancı içerisinde olduğumuzdan daha da bizde önem taşıyor.
“Gazilik hem dini hem de milli bir kavramdır. Dikkat buyurunuz Gazi şehidin şahididir.
(Murat Gülşan) Ooo bu çok güzel Gazi Şehidin şahididir.
“Evet Gazi Şehidin şahididir. Sen gazisine hürmet etmiyorsan, şehidine hürmet etmiyorsan senin vekilliğini ben tanımıyorum. Bizi kimin vekilini seçmişiz, kimi vekil seçmişiz aklıma yanarım o zaman.
(Murat Gülşan) Aynen öyle.
“İşte Ülkemizde kültür eksikliğini milli değereler eksikliğinin bir misalini verdim.
(Murat Gülşan) Anlattığınız en güzel örneklerin biri.
“Daha nice misaller de verebilirim. Mutlu olacağımız haberlerde vardır. Bir Askeri müessesede harp hatıraları sergisi açmıştım. Bendenizde özellikle Çanakkale ve birinci cihan harbine ait harp malzemeleri vardır. Bunların sergilerini açıyorum.
(Murat Gülşan) Ben Buca’da açmış olduğunuz bir sergiye bizzat katılmıştım. Onlarca resim çekmiştim ayaküstü sizinle de bir hasbihal etmiştim ben şahidiyim.
“O görmüş olduklarınız. Elimizdekilerin belki de onda biri. Şimdi efendim askeri müessede bunu açarken NATO milletlerini ait Askerler de varmış Orada Subaylar konferans meselesinde askeri konferanslar varmış. Efendim iki tane albayımızı gördük bendenizin yanındaki kılavuz olan bir subayımız kendileri teşvik ederek albayımıza bir selam vermek istedi. Fakat iki Türk albayının yanında bir başka şahsiyet daha vardı. Türk olmadığı belli. Ona da merhaba dedik. Albaya soruyor kimdir bu, benden için kimdir bu?
Albayımızın cevabı şudur. Onu size izah edersem siz buradan tasınızı tarağınızı toplayıp gitmek zorunda kalırsınız. O dünyanın en kahraman insanıdır dedi.
(Murat Gülşan) Allah’ını seveyim böyle Albayın. Allah razı olsun.
Müthiş cevap vermiş Albayımız. Helal olsun.
“Aynen böyle. Efendim bilen ile bilmeyen arasındaki fark budur. Ne diyor rasülulah peygamberimiz, Hz Allah ne buyuruyor Zümer suresinde “De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
(Murat Gülşan) Kesinlikle olmaz.
“Birisi biliyor dikkat buyurunuz verdiği cevaba bakınız birisi de bilmiyor. Kısacası bizim kültür eksikliğimiz, kültür değerlerimizin yozlaşması bizi bu hale getirdi. Şehidin şahidine saygı kalkmıştır. Şehitlerimizi unutmuşuzdur. Eskiden bir kahraman Türk askerinin bir düğmesinin koparılması altı ay cezai mütedeyyine tutulurdunuz. Altı ay..
Şimdi şehidimizi Türk askerini, Öldürüyor kurşunluyor. Şehit oluyor da umurumuzda değil.
(Murat Gülşan) Bu kadar vurdum duymaz olduk yani.
“Aynen öyle efendim. Normal efendim. İki tane şehidimiz varmış üç tane varmış hiç önemli değil, demedi mi beyefendi demedi mi üç beş şehit için meclisi mi toplayacağız demedi mi?
(Murat Gülşan) Aynen öyle denildi.
“Eğri oturup doğru mu konuşacağız doğru oturup doğru mu konuşacağız. Tabi kî doğru oturup doğru mu konuşacağız. Üç beş şehidimiz için meclis topladığınız gibi yas ilan etmeniz icap ediyor beyefendi yas. Arabın şeyhi için Şıh’ı için sen yas ilan ediyorsun. Türk’ün vatanını bekleyen Türk askeri için sen neden yas ilan etmiyorsun. Neden toplamıyorsunuz meclisi. Meclistekiler çok mu kıymetli şehidimizden. Kusura bakmayın suç mu bu benim söylediklerim.
(Murat Gülşan) Kesinlikle değil kalbimizin sesi, gönlümüzün sesi oldunuz. Allah razı olsun sizden.
“Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyiniz düşününüz. Senin canını namusunu, vatanını, milletini bekleyen haysiyet ve şerefini bekleyen şehit için ne yapılırsa azdır. Ne demek toplayamam.
İşte bizim kültür yozlaşmamız, bizi bu hale getirdi.
(Murat Gülşan) Efendim gençlerimize, özellikle gençlerimize milli kahramanlarımızı, tarihimizi, nasıl anlatacağız nasıl sevdireceğiz. Yani bugün televizyonlarımızı açtığımız zaman hiç bizim kültürümüzü anlatan, hiçbir dizi, yarışma programı, film hiçbir şey yok. Traih yok yani nasıl anlatacağız örfümüzü adetlerimizi. Gençliğimiz çok kötü bir durumda yetişiyor ben görüyorum, yaşıyorum davranış şekilleri otobüslerde, metrolarda halk içinde ben kendi çocuklarımda da görüyorum zaman zaman nasıl bu durumla mücadele edeceğiz.
Sizlerin 1974 yılındaki milliyetçilik duygularıyla günümüzdeki gençlerin 2021 yılındaki milliyetçilik duygularının aynı olduğunu zannetmiyorum ne yapmamız gerekiyor bu konuda bir büyüğümüz olarak sizlerden tavsiyeler dinlemek isteriz.
“Estağfurullah efendim. İstanbul’dan bir gemi kalkıyor. İzmir’e geldiği zaman Afrika’ya doğru yol alıyor. İzmir körfezine girdiği zaman bir fırtına deniz dalgası metrelerce geminin üzerinden aşıyor kaptan diyor ki yardımcısına pusulayı getirin göz gözü görmüyor. Efendim pusula yok arızalandı. Deniz kuvvetlerine yazdık henüz gelmedi. Peki haritayı getirin bana diyor. Efendim haritada kayboldu. Yenisini de temin edemedik. Yola ilerliyorlar kayalıklar var icabında bindirecek çarpacak vesaire, dalgalar gittikçe artmış. Fırtına gittikçe artıyor. Çarkçı soruyor kaptanım ne getireyim. Pusula yok harita yok. Ne getireyim demiş kaptan çarkçıya kelimeyi şehadet getir demiş.
(Murat Gülşan) Yani gençlerimizin durumu bu olay bitmiş yani.
“Evet. İnsanımızın elinde en kötü ihtimalle iki bin liralık cep telefonu var. On beş bin lira cep telefonu olanları söyleyen arkadaşlarım var. Efendim insanımız her güzele her şeyin iyisine layık. Yalnız İki bin liralık cep telefonu, dört bin liralık televizyon bir evde bunlar oluyor. Televizyonların hali ortada. Cep telefonlarını Facebook için kullanıyoruz. İnstgram ve tik tok için kullanıyoruz. Öylemi binlerce liralık, peki bir cep telefonunun bedeli olan iki bin liralık kitap alsak ellişer liradan olsa bir kitap, elli liradan kaç tane kitap alırız.
(Murat Gülşan) Kırk tane alırız.
“Kırk tane dini veya milli kırk tane kitap alacaksınız vallahi billahi alim olursunuz filazof olursunuz.
(Murat Gülşan) bu kadar net.
“Bence bu evinize kırk tane kitap alınız.
(Murat Gülşan) Aynı zamanda kuran-ı kerimde yani dinimizin emri değil mi oku.İkra
“Aynen oku diyor, yaz diyor kalemi yaratmış Allah kalemi yaratmış. Her şeyden önce kalemi yaratıyor okunması için yazılması lazım. Bu vesileyle okumak ve yazmak elbette facebookla uğraşacağız, Ayşe ile Fatma ile mesajlaşacağız.
(Murat Gülşan) Ama önceliğimiz bu değil dimi gazim.
“Evet önceliğimiz okumak ve yazmaktır. Bizi selamet sahillerine götürecek olan pusula bu. Harita bu kılavuz bu
(Murat Gülşan) evet sayın gazimiz kültürden bahsederken sizlerin hayatında bilakis tanışmış olduğunuz, değerli kültür elçileri mutlaka vardır. Onları da sizlerin ağzınızdan duymak isteriz. Bilmek isteriz öyle bir hatıratınız varsa bizlere anlatırsanız mutmain oluruz.
“Sağ olun efendim çok teşekkür ederim. Bu çok derun bir mevzu. Şimdi okumak başka şeydir, tahsil görmek başka şeydir. Kültür sahibi olmak başka bir şeydir. Aklıma hemen gelmişken söyleyeyim. Bizim kültür abidelerimizden Ahmet Süheyl Ünver kendisi aynı zamanda Doktordur. Tıpçıdır lakin Doktorluğunun yanı sıra tezhip sanatında ressamlığa varıncaya kadar nice, nice dallarla uğraşmıştır. Bir Türk düşünür diyor ki. Türk tarihi yok olsa Ahmet Süheyl Ünver hatıraları kalsa kâfi gelir. Bu derece aklınıza ne gelirse her konuda bir dosya hazırlamış, bir defter hazırlamış mezar taşından tıbbına varıncaya kadar. Türk hekimlerinden Türk mimarlarına varıncaya kadar yazı hayatına varıncaya kadar. Şimdi diyor ki ben kitap dergi okumuyorum. Kitapları karıştırıyorum. Altmış beş bin kitap karıştırdım diyor. Tetkik ettim diyor. Her gittiği yerde mutlak suretle yurtdışı ve yurt içinde özellikle el yazması eserleri bulup tetkik ediyor araştırıyor gün yüzüne çıkarıyor. Şimdi kültürümüz derken bunu kastetmeye çalıştım. Biz elimizden geldiği kadar kendimizi bildikten sonra Türk milletine ışık veren şahsiyetlerinden tanımaya başladım. Zaten lisede hocam olan Nihat Sami Banarlı, Yahya Kemal Bayatlı bunlarla başladım. Biz zati tanıştığım şahsiyetler Recep Toksan, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Ahmet Arvasi efendim daha sonraları Samiha Ayverdi. Yine onların yolundan giden Ahi Oktay Güner le dostluklarımız vardır. Daha isimlerini sayamayacağım nice nice insanlar. Ama beni tamamlayan veya kültür yönüyle yetiştiren şahsiyetler vardır bunların başında Prof. Dr. Osman Turan Selçuklu tarihi üzerinde yegâne otoritedir.
(Murat Gülşan) Türk Cihan Hâkimeti Mefkuresi kitabı var bende o kitap var okudum müthiş bir kitap.
“Evet Osman Turan bununla beraber İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Ali Emiri Efendi bunlar bizim kültür hayatımızda abide şahsiyetlerdir. Ali Nihat Tarlan, Nurettin Topçu daha kimler, kimler. İşte bizi bugün Şükrü Karaca eden şahsiyetlerdir. Bunların hemen, hemen hepsi vefat etti Allah hepsinden razı olsun gani gani rahmetler diliyorum. Cenab-ı hak kendilerini Cennetinde ağırlasın. Onları yetiştirmek kolay değil. Ali Nihat Tarlan ı, Yahya Kemal i, Erol Güngör’ü, Faruk Nafız Çamlıbel i bunları yetiştirmek kolay değil bunlar yetişmiyor artık. Bakmayınız televizyonlarımızda pek çok prof olan, doktor olan insanlarımız görülüyorlar. Maşallah atomdan da anlıyorlar, efendim matematikten de anlıyorlar tarımdan, bahçeden ormancılıktan da anlıyorlar. Her şeyden anlıyorlar maşallah. Birkaç gazeteciyle birlikte bunlar ilim irfan dünyamız her gün televizyonda olan şahsiyetlerdir. Kısaca bu röportajı yapılmasında bendenize fırsat verdiğiniz için şahsınızdan bütün dinleyicilerime ve okuyucularıma saygılarımı sunuyorum. Rahmetli Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün ve silah arkadaşlarının manevi huzurunda ihtiram ile duruyorum. Allah onlarda razı olsun. Mecdi efendi diye bir şahsiyet vardır bizim kültür ve irfan dünyamızda. O Türk devleti ebediyen baki kalacaktır demiştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün İzmir suikastından sonra söylediği söz ile röportajı noktalamak istiyorum. Benim naçiz vücudum toprak olacaktır Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.
(Murat Gülşan) efendim yapmış olduğumuz sohbetten çok istifade ettim çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Allah sizlere ömür versin. İnşallah okurlarımızda istifade ederler tekrar tekrar teşekkür ederim saygılar sunarım.
Teşekkür eder en kalbi selam ve saygılarımı sunarım
Eşsiz bir eser eminim kaleminiz varolsun
İzmir'imizin Milli ve Manevi değeri kıymetli büyüğümüz GAZİ ŞÜKRÜ KARACA BEYEFENDİ 'nin bizlere vakit ayırdığı için bu güzel röportaj için kendilerine çok çok teşekkür ederim. Allah Gazilerimizden, Şehitlerimizden razı olsun. Gaziler Şehitlerin Şahididir.